More

    Şehrin ruhu: Brüksel


    Görmeden gelme

    Aziz Michael ve Aziz Gudula Katedrali

    Şehrin ilk yerleşim yerlerinden Treurenberg Tepesi’nde bulunan Aziz Michael ve Aziz Gudula Katedrali dış mimari bakımından Paris’teki Notre Dame Katedrali’ni anımsatan, köklü geçmişe sahip anıtsal bir yapı. 8. yüzyılda Aziz Michael için yapılmış bir şapelin bulunduğuna inanılan alana, yaklaşık üç yüzyıl sonra Brabant Dükü II. Lambart tarafından bir kilise inşa edilmiş ve 1047’de Aziz Gudula’nın kutsal emanetleri buraya getirilmiş. O zamandan itibaren Aziz Michael ve Aziz Gudula olarak anılan katedrale Gotik mimarinin ülkede hâkim olmaya başlamasıyla birlikte çok sayıda ekleme yapılmış. Pek çok dük, arşidük, prens ve kralın düğün ve cenaze törenlerine ev sahipliği yapan mekân, kentteki önemli ziyaret yerlerinden biri.

    Brüksel Kraliyet Sarayı

    18. yüzyılda inşa edilmeye başlanan Brüksel Kraliyet Sarayı (Palais Royal de Bruxelles), daha önce Belçika ve Avrupa tarihinin önemli isimleri tarafından kullanılan bir alan üzerinde yer alıyor. Brabant Dükü’nün konutu bu alandaki ilk yapıymış ve 11-12. yüzyıllar arasında yapılmış. Daha sonra İmparator V. Charles ve Avusturya dükü gibi önemli kişiler tarafından yaşam alanı olarak kullanılmış. 20. yüzyılın başında Kral Leopold sarayı ihtişamlı bulmamış ve Belçikalı ünlü mimar Alphonse Balat’tan yapıyı daha görkemli hale getirmesini istemiş. Ziyarete açık olduğu dönemlerde gösterişli iç mekânlarını görebileceğiniz Brüksel Kraliyet Sarayı, dışarıdan da oldukça etkileyici.

    50. Yıl Anı Parkı

    50. Yıl Anı Parkı (The Parc du Cinquantenaire ya da Jubelpark), 1880 yılında Ulusal Sergi Projesi olarak planlanmış ve Belçika’nın özgürlüğe kavuşmasının 50. yılı kutlamaları sırasında açılmış. Kentin en geniş parkı olan 50. Yıl Anı Parkı bahçeleri, göletleri, şelaleleri ve tarihi eserleriyle hem turistik bakımdan hem de şehircilik açısından önemini koruyor. Beşgen plana göre tasarlanan parkta, anıtsal giriş kapısı kentin önemli sembolleri arasında sayılıyor. Zafer takı görünümündeki bu anıtsal giriş kapısının iki kanadında toplam üç müze bulunuyor. Solda yer alan Autoworld size, otomobillerin günümüze dek geçirdiği gelişimi sunan bir müze. Sağda ise Askeri Müze ve Sanat Müzesi bulunuyor. Askeri Müzenin girişini kullanarak tak görünümlü bu giriş kapısının üzerine, ücret ödemeden çıkıp, kentin güzel manzarasını seyredebilirsiniz.

    Müzik Enstrümanları Müzesi

    1877’de, Hint yerel kültürüne özgü 100 müzik aletinin, şehrin zenginlerinden biri tarafından Kral 2. Leopold’a hediye edilmesinden sonra yaptırılan Müzik Enstrümanları Müzesi (Musée des instruments de musique de Bruxelles), benzer tarzdaki müzelere göre çok farklı bir deneyim yaşamanızı sağlıyor. Antik Mısır’a ait müzik aletlerinden, Batı tarzı çağdaş müzik aletlerine kadar pek çok farklı özellikteki müzik aletinin çıkardığı sesleri, müze girişinde ücretsiz olarak alabileceğiniz kulaklıklarla dinleyebilirsiniz. Burada enstrümanların nasıl yapıldığı, kimler tarafından kullanıldığı gibi birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. 8.000 müzik aletinin sergilendiği bu müzede, müzikle ilgili birçok kitap, çizim ve müzisyen biyografileri de sergileniyor. Türk müziğinin esintilerini de bulabileceğiniz müzede, kaval gibi Türk müziği için önemli birkaç müzik aletini de inceleyebilirsiniz.

    Mini Avrupa

    Mini Avrupa (Mini Europe) yaklaşık 350 minyatür yapının sergilendiği önemli bir minyatür parkı. Belçika hükümeti tarafından desteklenen ve Prens Philip tarafından 1989 yılında açılan bu minyatür park, 24.000 metrekarelik alan üstüne kurulu. Avrupa kentlerinin en önemli binaları, alanları, anıtlarının küçültülmüş maketlerinin sergilendiği parkta, Eyfel Kulesi’nden Atina Akropolüne, Vezüv Yanardağı’ndan İngiltere Parlamento Binasına kadar pek çok ünlü yeri görmek mümkün. Tüm alanın üstü açık olduğu için minyatür maketler yağmur, kar, dolu gibi doğa koşullarına dayanıklı şekilde yapılmış. Brüksel’in ünlü yapısı Atomuim’a çok yakın bir konumda olan Mini Avrupa sayesinde birkaç saatte Avrupa’ya ait birçok tarihi ve turistik yapının küçültülmüş formlarını görebilir ve kendinizi kısa bir Avrupa turuna çıkmış gibi hissedebilirsiniz.

    Manneken Pis

    Brüksel’in ve Belçika’nın en ünlü heykellerinden biri olan Manneken Pis (İşeyen Çocuk heykeli) 1618 senesinden beri bugünkü yerinde duruyor. Brüksel gezginlerinin, kentle ilgili tüm yayınlarda görebileceği bu küçük ama ünü boyundan büyük heykel, Brükselliler ve Belçikalılar için bir heykelden çok kentsel bir sembol haline gelmiş. 1618 yılında, şimdiki yerine yerleştirildiği düşünülen bu heykelin ne amaçla yapıldığı tam olarak bilinmiyor. En yaygın ve kabul edilen efsaneye göre oğlunu kaybeden ve sonra bulan bir baba, bu heykeli şehre hediye etmiş. Bu heykelle ilgili ilginç bir bilgi de, heykel için hazırlanmış 900’den fazla giysinin olması ve özel günlerde bu giysilerin heykele giydirilmesi. Bu giysilerden 100 tanesi Brüksel Kent Müzesi koleksiyonunda bulunuyor.

    Belediye Sarayı

    Sarayı (Hotel de Ville), Büyük Meydan’daki (Grand Place) en önemli ve eski yapılardan biri. 96 metrelik bir kuleye sahip olan ve 1695 senesinde Fransızlar tarafından tahrip edilen bina 18. yüzyılda yenilenmiş. Flaman mimar Jacob van Thienen tarafından tasarlanan yapının batı kanadı, doğu kanadına göre geniş olduğu için asimetrik bir görünüm göze çarpıyor. Bu asimetrik görünümün nedeninin, binanın çok uzun bir zaman diliminde yapılmasından kaynaklandığı kabul ediliyor. Başka bir anlatıma göre ise, mimar bu durumun kendisinden kaynaklanan bir hata olduğunu düşünmüş ve binanın kulesinden atlayarak intihar etmiş.

    Büyük Meydan

    Büyük Meydan (Grand Place), 13. yüzyılda inşa edildiği dönemde kentin en önemli gıda pazarı olarak kullanılıyormuş. Bu nedenle meydanı çevreleyen sokaklara tavuk, peynir gibi bazı gıda ürünlerinin isimleri verilmiş. 1695 senesine kadar ilk yapıldığı mimari özellikleri koruyan Büyük Meydan, Fransa’nın neden olduğu tahribatın ardından onarım görmüşse de günümüze mimari ve tarihi önemini koruyarak ulaşabilmiş. Turistler kadar kent sakinleri için de önemli bir toplanma merkezi olana Büyük Meydan, özellikle çiçek festivali gibi önemli bazı organizasyonlara da ev sahipliği yapmasıyla tanınıyor. Brüksel ziyaretinizde Büyük Meydan ve etrafındaki kültür sanat mekânlarına yapacağınız ziyaretlerin ardından,  meydanı çevreleyen restoran ve kafelerde günün yorgunluğunu atabilir, özellikle Türk restoranlarında Türk yemekleriyle hasret giderebilirsiniz.

    Autoworld Araba Müzesi

    Geçmişten günümüze kadar farklı zamanlarda üretilmiş yaklaşık 400 kadar araca ev sahipliği yapan Autoworld, özellikle araba meraklıları için eşi benzeri bulunmaz bir müze. Çoğunluğu Avrupa ve Amerika’da üretilmiş olan arabalar arasındaki en eski araç, 1886 yılında bir at arabasına motor ve direksiyon eklenerek yapılmış olan otomobil. Kronolojik sırayla sergilenen araçların yanı sıra Autoworld ziyaretinizde, motor ve ilk araçlardan alınan bazı parçaların sergilendiği ufak bir bölümü de gezebilirsiniz. Bu odada, 1853 yılında Napolyon’un üçüncü düğününde kullanılan araçtan alınan bazı parçalar da sergileniyor. Ayrıca bu araba müzesinde, günümüzün en ünlü araba markalarının piyasaya sürdüğü ilk modelleri de görebilirsiniz.

    Atomium

    Ünlü Belçikalı mühendis Andre Waterkeyn tarafından tasarlanan Atomium, farklı tasarımı ve mimarisi sayesinde 1958’deki Dünya Fuarı’nın ardından turistik bir mekân haline gelmiş ve bu sebeple Brüksel’in Eyfel’i benzetmesiyle anılır olmuş. Dünyada başka bir benzeri bulunmayan bu yapı, mimarisi ve tasarımıyla Brüksel’de en çok turist çeken eserlerden biri. 18 metre çapında olan 9 tane küreden oluşan Atomium, paslanmaz çelik ve alüminyum kullanılarak yapılmış. Yapının genel mimarisi ve sıra dışı tasarımı herkesin ilgisini çekse de, Atomium’u turistler arasında ünlü yapan bir diğer özellik en üstte yer alan kürenin sunduğu Brüksel manzarası. Ayrıca yine bu katta bulunan restoran, manzara eşliğinde unutulmaz bir Brüksel klasiği yaşamanıza olanak sağlıyor.


    Yemeden dönme

    Waffle

    II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden birkaç yıl önce Brüksel’de yaşayan Maurice Vermersch ve eşinin, her zaman yaptıkları waffle tarifinde bir değişiklik yapmak istemeleriyle Belçika waflle’ı olarak bilinen waffle tipi ortaya çıkmış. Çiftin geleneksel tarife ekledikleri maya, waffle yapımında bir çığır açmış ve bu mayalı waffle popüler olmaya başlamış. 1964 yılında düzenlenen New York Fuarı’nda da tanıtılan bu waffle, bu tarihten sonra Belçika waffle’ı olarak anılmaya başlanmış. Belçika’da yiyeceğiniz waffle’ı özel kılan unsurlardan biri de demir araçlar kullanılarak yapılması. Böylece waffle daha gevrek ve altın sarısı bir görünüm kazanıyor. Sokaklarda dolaşırken burnunuza gelen enfes kokuyu takip ederseniz, en yakındaki waffle dükkânı size Belçika’nın mutfağının en ünlü lezzetini sunacaktır.