More

    Barselona’da iki gün

    Barselona, senelerdir gitmek istediğim ama nedense bir türlü seyahat planlarımın ön sıralarına sokamadığım Gaudi’nin o muhteşem şehri…

    Nazlı Tezcan
    Nazlı Tezcan
    1978 yılında İstanbul'da doğdum. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce öğretmenliğinde okurken girdiğim Türk Hava Yolları'nda birçok birimde çalıştıktan sonra 2012 yılında geçtiğim Ekip Tahsis Müdürlüğünde halen görev almaktayım. Seyahat etmek, yeni yerler keşfetmek, fotoğraf çekmek, kitap okumak başlıca ilgi alanlarım arasında.

    İki gün geçirmek üzere geldiğimiz şehir bizi şiddetli bir yağmur ile karşılıyor. Moralimizi bozmayalım diyerek gelişmiş metro ağını kullanıp otelimize varıyoruz. Metro ile kentin her yerine rahatlıkla ulaşmak mümkün. 

    Çantalarımızı otele bırakıp havaya aldırmayarak Barselona’nın mutlaka görülmesi gereken yerlerinden olan Park Güell’e doğru yola çıkıyoruz. Park, 1900’lu yılların başında, Güell ailesinin soyluluk göstergesi olarak yapılmış. Parkı bu kadar özel yapan ise, Katalan mimar Gaudi tarafından tasarlanmış olması. Gaudi’nin eserleri UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor.

    Gaudi’nin mimari eserlerini görebileceğiniz bir başka yer ise Passeig de Gracia. Çeşitli mağazalar, güzel kafeler ve restoranları bir arada bulabileceğiniz, çok uzun ve yürümesi oldukça keyifli bir cadde burası. Eğer alışverişe meraklıysanız ünlü İspanyol mağazalarından El Corte Ingles bu cadde üzerinde.  Gaudi’nin en ünlü iki binası olan Casa Mila ve Casa Batllo da bu caddede görülecek yerler arasında. Vaktiniz bol ise mutlaka içlerini de gezin.

    Passeig de Gracia’nın sonunda Plaça de Catalunya’ya ulaşıyoruz. Aslında Katalunya Meydanı Barselona’nın önemli caddelerinin kesişme noktası. Bu caddelerden biri de herhalde Barselona’nın en meşhur caddelerinden olan La Rambla.

    Ortasında yaya yolu olan, yolun iki tarafından da trafiğin aktığı güzel bir cadde, La Rambla. Cadde boyunca yürürken rengarenk çiçekçileri, sokak sanatçılarını, canlı heykelleri ve müzisyenleri görmek mümkün. Çok çeşitli restoranın da bulunduğu cadde, akşam yemeği için iyi bir tercih olabilir. Seçimimizi birçok yerde karşımıza çıkan tapas restoranlarından birinden yana kullanıyoruz. Tapas, İspanya’ya özgü, küçük porsiyonlarda ortaya gelen meze türü bir yemek. İspanya’ya özgü deniz mahsüllü bir pilav olan paella’yı da denemeden geçmeyin derim.

    İspanya’ya gelinir de flamenko izlemeden gidilir mi? Plaça Reial’daki Tarantos adlı flamenko kulübüne gidiyoruz. Biletlerimizi internetten aldığımız için sıra beklemeden içeriye giriyor ve sahneye yakın bir masaya yerleşerek yaklaşık 1 saat sürecek olan gösteriyi izliyoruz. Yemek sonrası gerçekten tatlı gibi geliyor bu gösteri bize. Siz de ne yapın yapın, flamenko için vakit ayırın. Gösterinin ardından ilk günümüzü sonlandırmaya karar verip otelimize dönüyoruz. 

    Otelimiz, Gaudi’nin başyapıtlarından olan, Alan Parson’s Project’in muhteşem şarkısına adını veren La Sagrada Familia’ya oldukça yakın. Bu yüzden, Barselona’daki 2. günümüze, burayı ziyaret ederek başlamaya karar veriyoruz.  Bu muazzam kilisenin yapımı, Gaudi’nin ölümü ile yarıda kalmış ve ne yazık ki halen tamamlama çalışmaları devam ediyor. Hatta bu yüzden “bitmeyen kilise” olarak da anılmaktaymış La Sagrada Familia. Yağışlı havalarda kulelere çıkan asansörü bazen çalıştırmayabiliyorlar, bu yüzden bilet almadan önce sormayı unutmayın. 

    Akşam uçağı ile İstanbul’a dönmeden önce daha görmek istediğimiz birkaç yer var. Bu yüzden elimizi çabuk tutuyoruz ve La Rambla üzerindeki Mercat de La Boqueria’ya doğru yola çıkıyoruz. Burası, envai çeşit yiyeceği bulabileceğiniz üstü kapalı bir pazar. İçeri girdiğinizde nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Rengarenk sebze-meyveler, çeşitli deniz mahsulleri, baharatlar, şekerlemeler, şarküteri arasında kendinizi kaybediyorsunuz. Burada ayak üstü atıştırmalık tezgahlara da rastlamak mümkün. Barselona’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Mercat de La Boqueria’nın pazar günleri kapalı olduğunu hatırlatmakta fayda var. 

    Büyülenmiş bir şekilde pazardan ayrılıp, La Rambla’dan sahile doğru yürüyoruz. Şans bu ya, Barselona’dan ayrılmamıza saatler kala hava açmaya karar veriyor. O sevinçle kumsala doğru hızlanıyoruz. İspanyol mimar Ricardo Bofill imzasını taşıyan ve yelken şekli mimarisi ile yeni yapılmasına rağmen Barselona’nın simgelerinden biri olan W Otel’i görüyoruz. Serin havaya rağmen sörf yapanları izleyerek Sants Montjuic’e çıkan teleferiğe doğru yürüyoruz. Teleferik, sizi 210 m yükseklikte olan bu tepeye çıkarırken şehre bir de yukarıdan bakmanın ayrıcalığını yaşıyorsunuz. Montjuic’de uzun uzun keyif yapamıyoruz, vaktimiz iyice daraldı.

    Bu güzel şehirdeki gezimizi Barselona Katedrali’ni görerek tamamlamak istiyoruz. Montjuic Tepesi’nden mesafe biraz uzak ama güzel havayı değerlendirmek istediğimizden şehrin dar sokaklarından yürüyerek katedrale varıyoruz. Bu gotik mimariye sahip olan muhteşem yapı birden karşımıza çıktığından etkisi daha da fazla oluyor. Şehirdeki son saatimizi, katedralin bulunduğu meydan olan Plaça de la Seu’da, sokak müzisyenlerini dinleyerek geçiriyoruz.

    Kalacak biraz daha vaktimiz olmadığına hayıflanarak istemeyerek de olsa otelimize dönüp eşyalarımızı alıyoruz ve havaalanı otobüsünün kalktığı Plaça Catalunya’ya gidiyoruz. Tahmini 30 dakikalık bir yolculuk sonrası, 2 günlük dolu dolu Barselona gezimizin son durağı olan havaalanına varıyoruz. Vakit bulup da göremediğimiz Camp Nou Stadı’nda bir maç izlemek üzere tekrar gelmeyi kararlaştırarak bu güzel şehirden ayrılıyoruz.

    *Blogumuzda yer alan bu yazının tarihi bazı güncellemelerden dolayı yeni görünüyor olabilir. Yazının içeriği yazarın kendi görüşünü yansıtmaktadır ve yazıda yer alan fiyat, ulaşım gibi bazı bilgilerin değişmiş olması mümkündür. Göz önünde bulundurmanızı rica ederiz.

    Bunlar da var!