More
    Ana SayfaSeyahat fikirleriSeyir defteriTürkiye seyahat rehberi: Tarih, kültür ve doğa cenneti

    Türkiye seyahat rehberi: Tarih, kültür ve doğa cenneti

    Türkiye’nin en gözde tarihi ve doğal güzelliklerini tek bir seyahatte keşfetmek ister misiniz? Bu 10 günlük tur rotası, İstanbul’un büyüleyici mirasından Kapadokya’nın peri bacalarına, Efes ve Hierapolis gibi antik şehirlerden Akdeniz sahillerinin dinlendirici atmosferine kadar ülkenin dört bir yanını kapsıyor. Bu ayrıntılı gezi planıyla kısa sürede Türkiye’nin kültürel zenginliklerini ve doğal harikalarını deneyimleyebilirsiniz. Rahat ayakkabılarınızı giyin, kendinizi akışa bırakın ve unutulmaz bir maceraya hazır olun!

    Turkish Airlines Blog
    Turkish Airlines Blog

    Yazar ekibimiz tarafından yönetilen bu hesapla, seyahat tutkunları ve keşif meraklılarının keyif alacağı blog içerikleri üretiyoruz.

    Özenle hazırladığımız içeriklerimiz aracılığıyla ilham vermeyi, bilgilendirmeyi, heyecanlandırmayı, eğlendirmeyi ve küçük ipuçları ile yolculuğunuzu kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Aynı zamanda yola çıkmanın yenileyici ve özgürleştiriciliğini sizlere tekrar hatırlatmak istiyoruz.

    Çünkü Tolstoy'un dediği gibi: “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar; Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir...”


    1. Gün: İstanbul’a varış

    İstiklal Caddesi ve Sn. Antuan Kilisesi.
    İstiklal Caddesi ve Sn. Antuan Kilisesi.

    İstanbul’a varışınızla birlikte konaklamanıza yerleşip yol yorgunluğunu atabilirsiniz. Akşam saatlerinde enerjiniz varsa, şehrin atmosferini hissetmek için kısa bir Taksim veya Sultanahmet gezintisi yapabilirsiniz. Boğaz kıyısında yürüyerek İstanbul silüetinin ilk izlenimini edinebilir, sokak lezzetlerini tadabilir veya bir kafede Türk kahvesi eşliğinde dinlenebilirsiniz.


    2. Gün: Tarihi Yarımada keşfi

    Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya.
    Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya.

    İstanbul’un kalbi sayılan Tarihi Yarımada’da tam günlük bir gezi ile başlıyoruz. Bu bölgede adım başı tarih ve kültür soluyacaksınız.

    Hipodrom Meydanı: Roma ve Bizans döneminin hipodromu olan bu meydan, bir zamanlar 100.000 kişilik kapasitesi ile at arabası yarışlarına, gösterilere ve isyanlara sahne olmuştu. Günümüzde meydanda Theodosius Obeliski, Yılanlı Sütun ve Örme Dikilitaş gibi anıtlar görülebilir. Osmanlı döneminde “Atmeydanı” denilen bu alan, çevresindeki Sultanahmet Camii ve Türk-İslam Eserleri Müzesi ile İstanbul’un en önemli tarihî meydanlarından biri. 

    Ayasofya: 532-537 yıllarında İmparator I. Justinianus tarafından bazilika planında inşa ettirilen Ayasofya, yaklaşık 1000 yıl kilise ve 500 yıl cami olarak hizmet vermiş benzersiz bir yapı. 1453’te İstanbul fethedilince camiye çevrilmiş, 1935-2020 arasında müze olmuş, günümüzde hem ibadete hem ziyarete açık. Dünyanın en önemli mimari eserlerinden biri sayılan Ayasofya, dev kubbesi ve göz alıcı mozaikleriyle ziyaretçilerini büyülüyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu anıtsal yapı, kuşkusuz İstanbul’un en önemli sembollerinden. 

    Sultanahmet Camii: Ayasofya’nın karşısında yer alan ve 17. yüzyılda Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılan bu cami, altı minaresiyle klasik Osmanlı mimarisinin zirve örneklerinden. 1609-1616 yılları arasında Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın rehberliğinde inşa edilen cami, iç mekanını süsleyen mavi İznik çinileri nedeniyle yabancı ziyaretçilerce “Mavi Cami” olarak anılıyor. Geniş avlusu, zarif kubbeleri ve içindeki huzurlu atmosfer ile ibadete açık olan cami, İstanbul’un en çok ziyaret edilen ibadethanelerinden. 

    Yerebatan Sarnıcı: Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından 6. yüzyılda yaptırılan bu yeraltı su sarnıcı, İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiş devasa bir yapı. 336 mermer sütunun taşıdığı Yerebatan Sarnıcı, loş ışıklar altındaki gizemli atmosferi ve ters dönmüş Medusa başlı sütun kaideleri ile ünlü. Yerebatan Sarayı da denilen bu mekanda gezinirken, 1500 yıllık bir mühendislik harikasının içinde olduğunuzu hissedeceksiniz. 

    Kapalıçarşı: 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet döneminde temelleri atılıp Kanuni Sultan Süleyman 5 zamanında genişletilen Kapalıçarşı, dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biri . Yaklaşık 30 bin m² alana yayılmış labirent benzeri yapısıyla içinde 60’tan fazla sokak ve 4.000 kadar dükkan barındırıyor. Altın, mücevher, halı, baharat, tekstil ve daha nicesinin satıldığı bu çarşı, günde yarım milyona yakın ziyaretçi çekiyor. Renkli dükkanları, pazarlık gelenekleri ve tarihî atmosferiyle Kapalıçarşı’da alışveriş yapmak unutulmaz bir deneyim olacak. Aynı zamanda burada çekilen ünlü Hollywood filmlerinin çekim yerlerini de birebir görmüş olacaksınız.


    3. Gün: Boğaz ve şehir turları

    İstanbul Boğazı ve üzerindeki tekneler.
    İstanbul Boğazı ve üzerindeki tekneler.

    Bugün İstanbul’un diğer yüzünü, Boğaz manzarasını ve Osmanlı’nın geç dönem mimarisinin izlerini keşfedebilirsiniz. Rotanızda saraylar, camiler ve daha birçok yer olacak.

    Dolmabahçe Sarayı: 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Dolmabahçe, Osmanlı İmparatorluğu’nun batı mimarisi etkisinde inşa edilmiş görkemli saraylarından biri. 1843’te yapımına başlanıp 1856’da tamamlanan saray, Garabet ve Nikogos Balyan kardeşlerin eseri. 285 odası ve 43 salonuyla devasa boyuttaki Dolmabahçe Sarayı, Avrupa tarzı süslemeleri, kristal avizeleri ve altın varaklı tavanlarıyla göz kamaştırıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün son günlerini geçirdiği ve 1938’de vefat ettiği yer de burası. Sarayın deniz kıyısındaki konumu, Boğaz manzarasıyla birleşerek ziyaretçilere unutulmaz bir atmosfer sunuyor. 

    Boğaz’da tekne turu: İstanbul Boğazı, Avrupa ve Asya kıtalarını ayıran masmavi bir su yolu. Tekneyle yapacağınız Boğaz turunda, tarihî yalılar, saraylar ve köprüler eşliğinde İstanbul’u denizden seyretme şansı yakalayacaksınız. Özellikle gün batımına denk gelen bir tur, şehrin siluetini ve kıyıdaki sarayların görüntüsünü izlemek için mükemmel bir fırsat. Tur sırasında Kız Kulesi, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı, Rumeli Hisarı, Ortaköy Camii ve görkemli Boğaz köprüleri gibi yapıları farklı bir açıdan görebilirsiniz. 

    Mısır Çarşısı: 17. yüzyılda Yeni Camii külliyesinin bir parçası olarak inşa edilen Mısır Çarşısı, adını yapımında Mısır’dan alınan vergilerle finanse edilmesinden alıyor. Baharatçılar Çarşısı olarak da bilinen bu tarihi pazar, rengârenk baharat yığınları, kurutulmuş meyveler, lokumlar ve şifalı otlar ile ziyaretçilerin duyularını harekete geçiriyor. 1664’te açılan ve günümüzde de İstanbul’un en canlı çarşılarından biri olan Mısır Çarşısı’nda dolaşıp mis gibi baharat kokuları arasında alışveriş yapabilirsiniz. 

    Süleymaniye Camii: Osmanlı’nın en güçlü padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle 1550-1557 yılları arasında inşa edilen Süleymaniye Camii, ünlü mimar Mimar Sinan’ın “kalfalık eseri” olarak biliniyor. İstanbul’un üçüncü tepesinde Haliç’e nazır bir konumda yükselen bu cami, klasik Osmanlı mimarisinin başyapıtlarından sayılıyor. Dört minaresi, Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki 4. padişah olduğunu simgeliyor, ve muhteşem 53 metre yüksekliğindeki kubbesiyle heybetli bir görünüme sahip. Süleymaniye’nin avlusundan İstanbul manzarasını seyredebilir, avlu arkasındaki hazirede Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın mezarlarını ziyaret edebilirsiniz.


    4.Gün: İstanbul’dan Kapadokya’ya uçuş – Peri bacaları diyarı

    Kapadokya’da peri bacaları ve balonlar.
    Kapadokya’da peri bacaları ve balonlar.

    Sabah erken saatlerde İstanbul’dan Kapadokya’ya (Kayseri veya Nevşehir havaalanına) uçabilirsiniz. Orta Anadolu’nun bu masalsı bölgesinde sizi bambaşka bir coğrafya bekliyor. Kapadokya’ya varır varmaz, valizlerinizi otele bırakıp olağanüstü kaya oluşumlarıyla ünlü vadileri keşfe çıkabilirsiniz.

    Devrent Vadisi: Kapadokya’nın Avanos yakınlarında yer alan bu vadi, “Düşler Vadisi” olarak da anılıyor. Hiçbir yerleşimin olmadığı Devrent Vadisi özellikle farklı şekillere benzetilen peri bacalarıyla ünlü. Hayal gücünüzü kullanarak kayalıklarda deve, kuş, insan yüzü gibi şekiller görebilirsiniz. Özellikle deveye benzeyen kaya oluşumu vadinin sembolü hâline gelmiş. Bu vadi, Kapadokya’daki diğer alanlar gibi UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Göreme Milli Parkı’nın bir parçası ve doğal yapının korunmasına büyük önem veriliyor.

    Zelve Vadisi ve Açık Hava Müzesi: Kapadokya’da peri bacalarının en yoğun olduğu yerlerden biri de üç paralel vadiden oluşan Zelve Ören Yeri. Burası, 9. yüzyıldan itibaren Hristiyanların önemli bir yerleşim ve manastır merkezi olmuş, ilk rahip eğitimlerinin verildiği bölge olarak biliniyor. Vadide sivri uçlu ve geniş gövdeli yüzlerce peri bacasının yanı sıra kayalara oyulmuş çok sayıda konut, kilise, manastır ve bir cami bulunuyor. 1950’lere dek köy yerleşimi olarak kullanılan Zelve, kaya düşmeleri sonrası boşaltılmış ve 1967’de müze hâline getirilmiş. Vadide dolaşırken doğal güzellik ile tarihin iç içe geçtiği kaya tünellerinden ve güvercinliklerle bezeli yamaçlardan etkileneceksiniz. 

    Paşabağları: Zelve’nin hemen yakınındaki Paşabağları, Kapadokya’nın en meşhur peri bacalarını görebileceğiniz vadi. “Rahipler Vadisi” olarak da bilinen bu bölgede, içlerine inziva hücreleri oyulmuş mantar şekilli peri bacaları bulunuyor. Özellikle üç başlı peri bacalarının birinde, aziz Simeon adına yapılmış küçük bir şapel ve keşiş hücresi var. Eskiden keşişlerin dünyadan el etek çekip inzivaya çekildiği Paşabağları, bugün ziyaretçilerin peribacalarını yakından inceleyip fotoğraf çektiği, Kapadokya’nın simge alanlarından biri.


    5. Gün: Kapadokya – Doğa ve tarih turu

    Uçhisar Kalesi ve Kapadokya manzarası.
    Uçhisar Kalesi ve Kapadokya manzarası.

    Kapadokya denince akla ilk gelen aktivitelerden biri de sıcak hava balon turu. Eğer hava koşulları uygunsa ve programınıza eklemek isterseniz, gün ağarırken balon turu yaparak Kapadokya’nın peri bacaları ve vadileri üzerinde süzülmek benzersiz bir deneyim. Kapadokya’daki ikinci gününüzde hem bölgenin en yüksek noktasına çıkabilir, hem yer altının derinliklerine inebilir, hem de tarihî kiliseleri görebilirsiniz. Rüya gibi bir gün sizi bekliyor.

    Uçhisar Kalesi: Kapadokya’nın her köşesinden görülebilen, bölgenin en büyük peri bacası aslında Uçhisar. Doğal bir kaya kütlesinin içinin oyulmasıyla oluşmuş bu kaleye tırmandığınızda Kapadokya’nın kuş bakışı panoramik manzarasını izleyeceksiniz. Uçhisar Kalesi, stratejik konumu sayesinde Roma ve Bizans dönemlerinden itibaren savunma ve gözetleme amacıyla kullanılmış. Çok katlı tüneller ve odalardan oluşan kalede gün batımı manzarası özellikle etkileyici. Çevredeki vadiler, peri bacaları ve Erciyes Dağı silüeti gözlerinizin önüne seriliyor.

    Kaymaklı Yeraltı Şehri: Kapadokya’nın yer altına gizlenmiş mucizelerinden biri olan bu antik 18 yerleşim, ilk katları M.Ö. 2. binyılda Hititler dönemine uzanan tarihe sahip dev bir sığınak. Kaymaklı, toplam 8 katlı bir yeraltı şehri ve günümüzde 4 katı ziyaret edilebiliyor. Dar tünellerle birbirine bağlanan odalar, erzak depoları, şarap mahzenleri, mutfaklar, su kuyuları, havalandırma bacaları ve bir kilise içeriyor. Girişleri içeriden dev taş sürgü kapılarla kapatılabilen bu şehir, binlerce kişinin aylarca dışarı çıkmadan yaşayabileceği şekilde planlanmış. Roma ve Bizans dönemlerinde halkın savaş veya saldırı zamanlarında sığınması için genişletilen Kaymaklı’nın serin koridorlarında gezinirken, kendinizi tarihin içinde bir yolculukta hissedeceksiniz. 

    Güvercinlik Vadisi: Uçhisar’dan Göreme’ye doğru uzanan ve yaklaşık 4 km uzunluğundaki bu vadi, yemyeşil doğası ve kayalara oyulmuş güvercin yuvalarıyla ünlü. Bölge halkı yüzyıllar boyunca bağcılıkta kullanmak üzere güvercin gübresi toplamak için kayalıklara küçük oyuklar yapmış. Vadide yapacağınız kolay bir yürüyüşle, hem Kapadokya’nın bitki örtüsü ve doğal güzelliklerinin tadını çıkarabilir, hem de yol boyunca karşılaşacağınız minik şapelleri, eski kaya oyma evleri ve tabii güvercinlikleri gözlemleyebilirsiniz. Uçhisar Kalesi’nin eteklerinden başlayıp Göreme’ye kadar inen parkur, manzaralı dinlenme noktalarıyla dolu. 

    Göreme Açık Hava Müzesi: Kapadokya’nın UNESCO Dünya Mirası listesindeki kalbi olan Göreme Açık Hava Müzesi, MS 4. yüzyıldan 13. yüzyıla dek kesintisiz manastır hayatının yaşandığı bir kaya yerleşim kompleksidir 21 . Neredeyse her kaya bloğunun içinde kilise, şapel, yemekhane veya keşiş odaları bulunur. Göreme, bölgede manastır eğitim sisteminin doğduğu yer olarak kabul edilir ve erken Hristiyanlık dönemine ışık tutar. Burada Elmalı Kilise, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Tokalı Kilise gibi duvar resimleriyle ünlü kaya kiliselerini ziyaret edebilirseniz. İncil ve Hz. İsa’nın hayatından sahnelerin fresklerle tasvir edildiği bu kiliseler, iki farklı boyama tekniğiyle yapılmış benzersiz örnekler içerir. Karanlık Kilise gibi bazı kiliselerde renkler o kadar canlı kalmıştır ki, resimlere baktığınızda bin yıldan daha eskiye ait olduklarına inanmak zor olabilir. Göreme Açık Hava Müzesi, 1985’ten bu yana doğal ve kültürel varlık olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Kapadokya’nın bu açık hava hazinesini gezdikten sonra geçmişe yapılan bu yolculuğun büyüsüne kapılacaksınız. 

    Avanos: Günün sonunda rotanızı Kapadokya’nın çanak çömlek merkezi olan Avanos’a çevirebilirsiniz. İçinden Türkiye’nin en uzun nehri Kızılırmak’ın geçtiği Avanos, nehrin getirdiği kırmızı kil toprağıyla binlerce yıldır çömlek yapımı geleneğini sürdürüyor. Hitit dönemine kadar uzanan Avanos çömlekçiliğinde, ustalar toprağı Kızılırmak’ın verimli kiliyle yoğurup geleneksel ayak tornalarında şekillendiriyorlar. Burada bir çömlek atölyesini ziyaret edip ustaların maharetli elleriyle çamura nasıl hayat verdiklerini izleyebilirsiniz. Dilerseniz siz de çarkın başına geçip kendi çömlek denemenizi yaparak eğlenceli anlar yaşayabilirsiniz. Avanos ayrıca nehir kenarındaki hoş kafeleri, asma köprüsü ve el işi süs eşyalarıyla keyifli bir mola yeri.

    Dünya daha büyük, keşfet!


    Havalimanı

    Havalimanı
    Gidiş
    Dönüş

    Giriş Tarihi Seçiniz

    Dönüş Tarihi Seçiniz


    Kabin Türü
    Yolcu Sayısı
    Yetişkin Yolcu
    12 + Yaş
    0

    Çocuk Yolcu
    2 - 12 Yaş
    0

    Bebek Yolcu
    0 - 2 Yaş
    0

    6. Gün: Kapadokya’dan İzmir’e transfer

    Bugün rotanızı Kapadokya’dan Ege Bölgesi’ne çeviriyoruz. Sabah Kapadokya’dan ayrılıp uçakla İzmir’e geçebilirsiniz. İzmir’e vardıktan sonra Efes Antik Kenti’ne yakın konaklama yapacağınız yerler Selçuk veya Kuşadası bölgesi. Bu günün geri kalanı yolculuk ve dinlenme ile geçirebilirsiniz. Dilerseniz akşamüstü Ege’nin güzel havasında sahilde yürüyüş yapabilir veya Ege mutfağının lezzetlerini tadabileceğiniz bir restoranda akşam yemeğinin keyfini çıkarabilirsiniz.


    7. Gün: Efes Antik Kenti – Tarihin görkemi

    Efes Antik Kenti ve Celsus Kütüphanesi kalıntıları.
    Efes Antik Kenti ve Celsus Kütüphanesi kalıntıları.

    İzmie’e varışın ardından, dünyanın en iyi korunmuş antik şehirlerinden biri olan Efes’i keşfedebilirsiniz. İzmir’in Selçuk ilçesi yakınlarında bulunan Efes Örenyeri, antik çağın en önemli liman kenti ve kültür merkeziydi. İsterseniz rehber eşliğinde yapacağınız yürüyüşte, mermer kaplı caddelerde adım adım tarihe gidebilirsiniz.

    Efes Antik Şehri: Efes, Roma İmparatorluğu döneminde Asya eyaletinin başkenti olmuş ve nüfusu 200 binin üzerine çıkmış dev bir metropoldü. Kent, Doğu ile Batı arasındaki ticaretin başlıca kapısıydı ve bu zenginlik muhteşem anıtsal yapılar bırakmış. 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası olarak tescillenen Efes’teki kazılar 100 yılı aşkın süredir devam etmekte ve halen kentin tamamı ortaya çıkarılabilmiş değil. Efes gezinizde göreceğiniz başlıca yapılar ve noktalar şunlar:

    • Celsus Kütüphanesi: Efes’in en ikonik yapılarından biri olan bu kütüphane, MS 2. yüzyılda Roma Senatörü Celsus için yaptırılmış. İki katlı görünümlü, süslü cephesiyle ziyaretçileri büyüleyen kütüphane 12.000 kadar tomar kitabı barındırabiliyordu. Bugün sadece ön cephesi ayakta kalmış olsa da, detaylı kabartmaları ve heykel nişleriyle antik dünyanın en güzel kütüphane yapılarından biri kabul ediliyor.
    • Büyük Tiyatro: 25.000 kişilik kapasitesiyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrolarından biri olan Efes Büyük Tiyatrosu, yamaca yaslanmış görkemli bir yapı. İnşasına İmparator Claudius döneminde başlanmış, Trajan döneminde tamamlanmış. Antik çağda gladyatör dövüşlerinden tiyatro oyunlarına, Aziz Pavlus’un vaazlarına kadar birçok olaya tanıklık eden bu tiyatroya çıkıp oturduğunuzda, Efes’in liman caddesinin görkemli manzarasını da göreceksiniz.
    • Curetes Caddesi ve Hadrian Tapınağı: Mermer döşeli Curetes Caddesi, her iki yanı sütunlu yollar ve anıt yapılarla süslü, Efes’in ana arterlerinden biri. Bu cadde üzerindeki Hadrianus Tapınağı, ön cephesindeki kabartmalarıyla ünlü. Roma İmparatoru Hadrian (117-138) onuruna yapılan tapınak küçük bir yapı olmasına rağmen, kemerli girişi ve Medusa kabartmasıyla dikkat çekiyor. 
    • Agoralar ve hamamlar: Efes’te devlet agorası ve ticaret agorası olmak üzere iki ana meydan bulunuyordu. Ticaret Agorası’nda dönemin canlı alışveriş hayatını hayal edebilirsiniz. Ayrıca Scholastikia Hamamı gibi anıtsal hamam yapıları, Efes halkının günlük yaşamına ışık tutuyor. Skolastika Hamamı’nda sıcaklık, soğukluk bölümleri ve tuvaletler görülebilir. Hatta Efes’teki umumi tuvaletlerin dünyanın en eskilerinden olduğu esprili bir detay olarak anlatılıyor. 
    • Artemis Tapınağı: Efes gezisi sonrası, antik kentin dışındaki Artemis Tapınağı kalıntılarını görmeye zaman ayırabilirsiniz. Artemis Tapınağı, Antik Dünya’nın Yedi Harikası’ndan biri olup, 6. yüzyıl MÖ’de inşa edilmiş muazzam bir tapınaktı. Ne yazık ki tapınaktan geriye fazla bir şey kalmamış, sadece birkaç temel izi ve tek bir sütun parçalarından yeniden dikilmiş. 
    • Meryem Ana Evi: Efes’e çok yakın Bülbüldağı üzerinde bulunduğuna inanılan Meryem Ana Evi, Hristiyanlar için hac noktası. Rivayete göre İsa’nın annesi Meryem, havari Yuhanna ile Efes civarına gelmiş ve ömrünün son yıllarını burada geçirmiş. Sessiz orman içinde yer alan bu kutsal mekan, huzurlu bir atmosfer sunuyor. 

    Efes Antik Kenti geziniz boyunca, mermer caddelerde yürürken binlerce yıl öncesinin medeniyetine tanık olacak, sütunların ve heykellerin arasında zamanda yolculuk yapacaksınız. Tur sonunda, hediyelik eşya satan tezgahlarda Efes’e özgü Artemis heykelcikleri veya Yunan tanrıça kabartmaları gibi hatıralar alabilirsiniz.


    8. Gün: Pamukkale ve Hierapolis – Doğal ve tarihî güzellikler

    Pamukkale travertenleri ve havuzları.
    Pamukkale travertenleri ve havuzları.

    Sabah erken saatte otelden ayrılarak Denizli’de bulunan Pamukkale ve Hierapolis bölgesine hareket edebilirsiniz. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği bu eşsiz yere varacaksınız.

    Pamukkale travertenleri: Pamukkale, beyaz kalker basamaklarıyla ünlü bir doğal harika. Yamaçtan akan kalsiyum zengini termal sular, binlerce yıl boyunca pamuk tarlası görünümünde beyaz traverten teraslarını oluşturmuş. Bu teraslardaki birikintiler yumuşak ve sıcak su havuzcukları şeklinde. Ayakkabılarınızı çıkarıp bu doğal teraslarda yürüyebilir, termal suyun keyfini çıkarabilirsiniz. Dilerseniz antik çağdan beri şifa amacıyla kullanılan bu sularda yüzmek de mümkün. Kleopatra Havuzu olarak bilinen antik havuzda, tarihi sütun kalıntıları arasında yüzmek kesinlikle eşsiz bir deneyim. 

    Hierapolis Antik Kenti: Travertenlerin tepesinde konumlanmış olan Hierapolis, antik bir Roma-Frig kenti ve termal sağlık merkezi. MÖ 2. yüzyılda Bergama kralları tarafından kurulan Hierapolis, daha sonra Romalılar döneminde gelişmiş ve zenginleşmiş. Burada göreceğimiz en çarpıcı yapı, yamaçtaki görkemli Hierapolis Tiyatrosu. 1800 yıllık bu tiyatro, yaklaşık 50 sıra oturma yeri ve muhteşem sahne cephe süslemeleriyle hala ayakta ve Anadolu’daki en iyi korunmuş Roma tiyatrolarından biri. Antik kentte ayrıca Apollon Tapınağı, Plutonium, Kleopatra Havuzu, sütunlu cadde ve nekropol gibi yapılar bulunuyor. Hierapolis, 1988’den beri Pamukkale ile birlikte UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor, doğa ve tarih iç içe, mutlaka görülmesi gereken bir yer.

    Öğleden sonra, Ege’den Akdeniz’e doğru, turunuzun son durağı olan Antalya’ya doğru yola çıkacaksınız. Pamukkale’den Antalya’ya karayolu transferi yaklaşık üç ila dört saat sürecek ve Akdeniz’in kıyı şeridine yaklaştıkça manzaranın değiştiğini fark edeceksiniz. Akşam saatlerinde otele yerleşip kısa bir dinlenmenin ardından, Akdeniz mutfağının taze otlar, zeytinyağlılar ve deniz mahsulleri ile zenginleşmiş enfes lezzetlerini tatmak üzere marinaya yakın bir restoranda akşam yemeği yiyerek yarınki keşifler için enerji toplayabilirsiniz.


    9. Gün: Antalya – Tarihin ihtişamı ve Kaleiçi’nin büyüsü

    Antalya Kaleiçi Yat Limanı.
    Antalya Kaleiçi Yat Limanı.

    Bugün, Akdeniz Bölgesi’nin en önemli antik kentlerini ve Antalya’nın tarihi merkezini keşfederek kendinizi binlerce yıllık bir zaman yolculuğuna bırakabilirsiniz. Sabah, Pamfilya bölgesinin bir zamanlar başkenti olan Perge Antik Kenti’ne doğru yola çıkabilirsiniz. Roma İmparatorluğu döneminde zirvesini yaşayan Perge, devasa kuleleri, geniş Roma Hamamları ve mermer döşeli, iki yanını heykellerin ve sütunların süslediği ana caddesi ile ünlüdür. Bu caddenin ortasından akan su kanalı, kentin mühendislik ve zenginlik seviyesini gözler önüne sererken, burada yürüyerek antik çağın kalabalıklarını hayal edebilirsiniz. Perge’deki gezintiniz, bölgenin antik dönemdeki siyasi ve ticari önemini size hissettirecek.

    Öğle yemeği ve kısa bir dinlenmenin ardından rotanızı, Akdeniz havzasındaki en iyi korunmuş anıtsal yapılardan biri olan Aspendos Antik Tiyatrosu’na çevirebilirsiniz. Milattan Sonra 2. yüzyılda inşa edilen ve günümüzde hala konserlere ve festivallere ev sahipliği yapabilecek kadar kusursuz bir akustiğe sahip olan bu tiyatro, Roma mimarisinin bir şaheseri sayılır. Tiyatronun sahne binası (scaenae frons) ve oturma sıralarının (cavea) görkemi sizi büyüleyebilir, kentin geçmişteki ihtişamını hayranlıkla izleyebilirsiniz. Günün sonunda ise Antalya’nın kalbi olan Kaleiçi’ne dönebilirsiniz. Dar, taş döşeli sokakları, ahşap cumbalı Osmanlı evleri ve marina manzarası ile Kaleiçi, adeta yaşayan bir açık hava müzesidir. Burada Roma İmparatoru Hadrianus’un milattan sonra 130 yılındaki ziyareti anısına inşa edilen, üç kemerli ihtişamlı Hadrian Kapısı’nı (Üç Kapılar) görebilir ve tarihi limanda gezinerek gün batımını izleyebilirsiniz. Akşam yemeğini Kaleiçi’nin otantik atmosferine sahip restoranlarından birinde yiyerek, bu tarihi yarımadanın romantik ambiyansının tadını çıkarabilirsiniz.


    10. Gün: Antalya

    Kepez’deki Düden Şelalesi.
    Kepez’deki Düden Şelalesi.

    Türkiye turunuzun bu son gününde, Antalya’nın meşhur doğal güzelliklerini keşfetmeye ve Akdeniz’in ferahlatıcı sularında dinlenmeye odaklanabilirsiniz. Sabah erkenden, Antalya’nın simgelerinden biri olan Düden Şelalesi’ne gitmeyi düşünebilirsiniz. Bu doğal oluşum, iki ana kola ayrılıyor: Karadan ulaşılan ve içinden bir mağara ile yürüyüş imkanı sunan Yukarı Düden Şelalesi ve suyun falezlerin üzerinden doğrudan Akdeniz’e döküldüğü görkemli Aşağı Düden Şelalesi. Aşağı Düden Şelalesi’nin denize dökülüşünü izlemek, özellikle tekne turlarıyla denizden bakıldığında nefes kesici bir manzaradır ve doğanın gücünü size tam anlamıyla hissettirebilir.

    Şelale ziyaretinin ardından, mevsim koşullarının uygun olması durumunda Akdeniz’in keyfini çıkarmak için dinlenme ve deniz keyfi vaktiniz olabilir. Antalya’nın batı yakasındaki çakıllı ama tertemiz sulara sahip Konyaaltı Plajı veya doğu yakasındaki daha kumlu olan Lara Plajı’nda güneşlenebilir ve serin sularda yüzerek tur boyunca biriken yorgunluğunuzu üzerinizden atabilirsiniz. Akdeniz güneşi eşliğinde geçireceğiniz bu huzurlu molanın ardından, öğleden sonra geç saatlerde şehir merkezine geri dönebilirsiniz. Eğer zamanınız kalırsa, Kaleiçi çevresinde son hediyelik eşyalarınızı alabilir veya meşhur Antalya usulü yanık dondurmanın tadına bakabilirsiniz.

    Akşam saatlerinde ise, konakladığınız otelden Antalya Havalimanı’na transferiniz gerçekleşebilir ve İstanbul’dan başlayıp Anadolu’nun dört bir yanındaki tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri kapsayan bu on günlük unutulmaz maceranız sona erebilir.

    Türkiye, antik çağlardan modern zamana uzanan hikâyeleriyle her adımda sizi büyüleyecek bir ülke. Bu 10 günlük yolculuk boyunca sadece görkemli manzaralar değil, aynı zamanda binlerce yıllık kültürlerin izleriyle yoğrulmuş bir yaşam biçimini de keşfedeceksiniz. Tarihin, doğanın ve misafirperverliğin iç içe geçtiği bu topraklardan ayrılırken, Türkiye’nin renkleri, sesleri ve tatları hafızanızdan silinmeyecek.

    *Blogumuzda yer alan bu yazının tarihi bazı güncellemelerden dolayı yeni görünüyor olabilir. Yazının içeriği yazarın kendi görüşünü yansıtmaktadır ve yazıda yer alan fiyat, ulaşım gibi bazı bilgilerin değişmiş olması mümkündür. Göz önünde bulundurmanızı rica ederiz.

    Bunlar da var!