More

    Saraybosna’da hafta sonu kaçamağı

    Savaş sırasında yaşanan trajik olaylar hakkında yazılan çizilen her şeyi takip ettiğim, filmlerini izlediğim hüzünlü şehir Saraybosna… Gerek savaş sonrası halini merak ettiğim için, gerekse Balkan kökenlerimden dolayı buralara gelmeyi uzun zamandır çok istiyordum. Nihayet nisan ayında bir hafta sonu için karar verip gezi rotamızı hazırladık.


    Cumartesi sabah erkenden İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaydık. Saraybosna’ya uçuş 1,5 saat sürdü. Türk olduğumuz için pasaporttan geçiş çok kolay oldu. Valizleri alıp, bir taksiye atlayıp önce otelin yolunu tuttuk. Yol boyunca üzerleri hala kurşun izleri ile delik deşik görünen toplu konut benzeri apartmanları izledik. Havalimanı şehre yakın, otelimiz de kentin merkezi sayılan Başçarşı’ya çok yakın olan küçük ve temiz bir oteldi. Hemen valizleri odaya bırakıp çıktık.

    Erken kapandığını öğrendiğimiz Umut Tüneli’ni görmeden Saraybosna’yı görmek olmaz deyip geç olmadan ilk önce tünele gitmeye karar verdik. Tünel havalimanının arka taraflarında bir köyde. Buraya bir taksi tutarak gitmek en iyisi, yolu biraz karışık, taksiler de ucuz zaten. Tünele eski bir eve girerek ulaşıyorsunuz. 1992-95 yılları arasında iç savaş zamanı Sırplar Bosna’yı kuşatıp blokaj altına almışlar, dışarıdan hiçbir yardım buraya ulaşamamış. O zamanlarda hayırsever yaşlı bir Boşnak teyze evini direnişçi Boşnaklara açmış, evin içinden havalimanına giden bir tünel kazılmış, gelen silah ve yemek yardımları Sırplardan gizli bu tünelden geçiriliyor ve sonra gizlice Saraybosna’da mahsur kalan halka dağıtılıyormuş. İçeride savaş anılarına ait bir sürü obje, fotoğraf ve video izlenebiliyor. Şu anda müze haline getirilmiş, çok cüzi bir fiyatla gezilebiliyor. Çok etkileyici bir yer gerçekten, o zamanlar yaşananları öğrenip anlamak için mutlaka görülmeli. Tünel gezimizin ardından içimiz buruk bir şekilde şehre döndük.

    Şehrin sokaklarına dalmadan önce büyük Boşnak önderi Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin de bulunduğu Kovaçi Şehitliği’ni ziyaret etmek istedik. Başçarşı’dan dağın yamacına yukarı doğru yürüdüğünüzde şehitlik karşınıza çıkıveriyor. Tüneldeki anıların üzerine bu şehitlik boğazımızda bir düğüm yarattı, bu kadar yakın bir dönemde bu kadar acı, bu kadar kan dökülmesi çok acı ve gerçekten çok ibretlik bir durum.

    Şehitleri ziyaretimizin ardından Başçarşı’ya indik. Şehre indiğinizde sizi ilk karşılayan halen kullanılmakta olan eski tramvaylar ve “Saraybosna Kardeşlik Çeşmesi” olarak anılan Sebil’in bulunduğu meşhur Başçarşı meydanı oluyor. Buraların Türkiye’yi anımsatan bir havası var aslında. İnsanları bize benziyor, halkın çoğu Müslüman Boşnak, ayrıca Hırvat ve Sırp kökenliler de halen burada yaşamakta. Evleri sokakları Anadolu’daki küçük kasabaları andırıyor. Dükkânlarda satılan hediyelik eşyalar bizim Kapalıçarşı’dakilerle aynı, zaten çoğu oradan geliyormuş. Etrafta bolca bakır tepsiler, kahve fincanları, kilimler, nargileler falan var. Çarşıda sokak aralarında gezerken Osmanlı’dan kalma Gazi Hüsrev Bey Camii, Ali Paşa Camii ve şimdi içinde turistik dükkânların kurulduğu Bedesten’i de gördük. Türkiye’den bazı markalara ait mağazalar ve bankalar da karşımıza çıktı.

    Acıkmıştık ve meşhur Boşnak böreğini biran önce tatmak istiyorduk. Çarşıda bir sürü börekçi vardı, en kalabalık olanı en iyisidir diye bir düz mantık yürütüp içeri daldık. İçeride sarışın, temiz yüzlü, başı kapalı tipik Müslüman Boşnak kızları çalışıyordu. Hemen birer porsiyon Boşnak böreğimizi söyledik. Tadı dayanılmazdı gerçekten, porsiyonlar bize göre çok büyük olmasına rağmen bir çırpıda hepsini bitirdik. Burada fiyatlar da çok ucuz; 2 tabak börek için bizim paramızla 10.-TL civarı bir ücret ödedik. Karnımız doyduktan sonra çarşıda gezmeye devam ederken bir de tatlılarını deneyelim ve Bosna kahvesinden içelim dedik.

    Çarşıda gözümüze güzel görünen bir tatlıcıya girdik. Ben beyaz tiramisu’ya benzeyen meşhur peynir tatlıları Trilecheyi söyledim, eşim de kupların içindeki kremalı elma tatlılarından söyledi, tabii yanında da birer Bosna kahvesi istedik. Tatlıların ikisi de pek lezizdi. Bosna kahvesi de bizim Türk kahvesine benziyor. Sadece hazırlanışı ve sunumu biraz farklı; kahve cezve ile getiriliyor, yanında da boş fincan içinde şeker… Kahveyi fincana dökerek şekeri eritip öyle içiyorsunuz. Bana göre bu şekeri sonradan eritme işi kahveyi biraz soğutuyor, ama yanında verdikleri lokum ve tarçınlı şerbete bayıldık. Tatlılarımız bittikten sonra çarşıda biraz da hediyelik eşyacılar arasında dolanıp oraya özgü hediyelik şeyler bakındık.

    Sonra Miljacka Nehri kıyısına indik. Saraybosna’da birçok Orta Avrupa kentindeki gibi şehrin ortasından bir nehir geçiyor. Nehir boyunca sıra sıra köprüler yapılmış. Bunlardan biri 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olan Avusturya-Macaristan imparatoru veliahtının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldüğü Latin Köprüsü idi. Biraz ileride muhteşem Müzik Akademisi’nin önünde ise oldukça modern 3 Bosnalı tasarımcı genç tarafından dizayn edilmiş Yeni Köprü vardı. Sanki kıvrılarak bükülmüş gibi, ilginç ve güzel bir köprü.

    Şehrin içindeki birçok binada hala kurşun izleri görülüyordu. Binalara bakarken insanın içini hüzün kaplıyor, geçmiş savaş günleri düşündürmeden edemiyor. Bunları herhalde paraları olmadığı için ya da ibret olsun her bakana o günleri hatırlatsın diye restore etmiyorlar diye düşündük.

    Sokak sokak gezerken kafelerin sıralandığı cıvıl cıvıl bir sokağa çıktık. Bosnalı gençlerin popüler mekanlarıydı herhalde, masalarda gençler doluydu, keyifli bir yerdi.   Akşam olmuştu, artık karnımız zil çalıyordu ve meşhur Cevabi denilen köftelerini denemek için sabırsızlanıyorduk. Yine aynı taktik ile en kalabalık köfteciyi seçerek içeri girdik. Burada birçok yerde köfteye “Cevapcici” diyorlar, meğer köfte ve kola demekmiş. Coca Cola’nın baş harflerini birleştirip Cici diyorlarmış. 🙂 Cevabi köftemizi söyledik, sıcak pide içinde yanında soğan ve kaymakla getiriyorlar. Kaymak denilen aslında yoğurt kaymağı harika bir şey, köftenin yanında geleneksel olarak ikram ediliyor. Cevabi köftesi de bizim İnegöl köfteyi andırıyor. Cevabi gerçekten oldukça leziz ve fiyatlar burada da oldukça ucuz, tüm yemek için içecekler dahil yaklaşık 15.-TL ödedik. Bu arada denemeniz gereken diğer Boşnak yemekleri; Pleskavitsa (büyük hamburger köftesi gibi ama içi daha sulu ve çok lezzetli), Sahan Dolma (biber dolması, yaprak dolması ve soğan dolması karışık tabak) ve Begova (Osmanlı’dan kalma et sulu, sebzeli, harika bir çorba).

    İkinci günümüze otelde kahvaltı yaparak başladık ve bunun bir hata olduğunu, kahvaltı için dışarıda bir börekçiye gitmemiz gerektiğini ancak eve döndükten sonra anladık. Fırsatınız varken Boşnak böreklerinin tadını çıkarın, sonra bizim gibi eve dönünce keşke demeyin. 🙂

    İlk gün Saraybosna içinde görülmesi gereken önemli yerleri tamamlamıştık; 2. günümüzü kiraladığımız arabayla şehir dışında geçirdik. Öncelikli hedefimiz elbette bizim için önemi büyük olan Mostar’a gitmekti. Bizim ehliyetler burada geçerli ve benzin de ucuz olduğundan arabayla gezerek gitmek çok daha keyifli. Yollar da çok kolay, otelden edindiğimiz bir harita ile yola çıktık. Güzergâh çok düz ve basit, Mostar’a giden dümdüz bir çevreyolu var. Ancak çevre yolu eski, burada otoban yok zaten ve her yerde hız sınırlaması var, Mostar’a kadar ortalama 50-80km arasında gitmeniz gerekiyor, arada polis çevirmeleri de oluyor. Bu yüzden kurallara dikkat etmenizi tavsiye ederim. Yolda ilerlerken her yerin ne kadar yeşil olduğunu fark ettik; Bosna Hersek’in çok güzel ve bakir doğasına hayran kaldık. Yol boyunca bir tarafımızda gürül gürül akan nehir, diğer tarafımız dağlar yeşillikler ilerledik. Yol üzerinde balcı köylüler çeşit çeşit bal satıyordu, biz de doğallığına güvenerek onlardan aldık. Kestane, çiçek, akasya, çam hepsi vardı. Bir kavanoz bal (yaklaşık 1kg kadar) 10TL civarındaydı.

    Yolda Jablanica kasabasına girdiğinizde buraya özgü kuzu çevirme restoranlarını göreceksiniz, mutlaka birine girip açlığınızı bastırın ve meşhur kuzu çevirmelerinin tadına bakın. Biz Zdrava Voda adında bir restorana girdik, sonradan öğrendik ki zaten en popüler olanı buymuş. Karışık tabak kuzu çevirme söyledik. Porsiyonlar çok büyük, etlerin yanında da közlenmiş patates ve salata getiriyorlar, içeceklerle beraber her şey dahil 45.-TL civarında bir hesap ödedik.

    Yine yol üzerinde göreceğiniz tarihi Osmanlı kasabası olan Konjic’e uğramayı da ihmal etmeyin. 1682 yılında Osmanlı padişahı 4. Mehmet’in yaptırmış olduğu Konjic Köprüsü’nün ve Osmanlı’dan kalan eski yerleşim bölgesinin güzelliğine bayılacaksınız. Savaşa rağmen buraları çok güzel korumuşlar. Her yer tertemiz, çok düzgün bir yer. Yola devam ederken ara ara savaşta şehit olanlara dair şehitlikler görmek tekrar o yaşananları hatırlamak içimizi burktu. Zaten Bosna’da o günleri unutmak imkânsız, her yer hala o günlere ait taze anılarla dolu.

    Maksimum 80km yaparak yaklaşık 3 saat sonra Mostar’a vardık. Şehirde park yeri bulmamız çok kolay oldu. Mostar çok güzel! Aynı kartpostallardaki gibi, rüya gibi bir yer… Dünyanın her yerinden gelen turistle dolu, özellikle Türkiye’den çok insan geliyor. 1566 yılında büyük mimarımız Sinan’ın öğrencisi olan Mimar Hayreddin tarafından inşa edilen Mostar Köprüsü savaşta bombalandığı için yıkılmış, ancak daha sonra bir Türk firmasının da katkılarıyla (TİKA) aslına uygun şekilde yeniden yaptırılmış. Burada Mostarlı gençler evlenmek istedikleri kızın babasının gözüne girmek için bu köprüden atlayıp cesaretlerini gösterirlermiş. Şimdi de turistik gösteri amaçlı para karşılığında atlayan bazı gençler var.

    Burada da hediyelik eşyalar arasında bolca Türkiye’den parçalar var. Ayrıca savaştan kalma bazı eşyaları da hediyelik eşya olarak satıyorlar; mesela asker miğferleri -bazılarında kurşun delikleri bile vardı-, gaz maskeleri, kurşunlar vs. Bu bana biraz ironik geldi.

    Mostar’da uzun zaman geçirdik, sokak sokak gezdik, bol bol fotoğraf çektik. Köprünün yakınlarında sempatik bir sokak arası kafesi olan Caffe Stari Grad’ın sokak üzerindeki masalarına oturduk. Bosna kahvelerimizi söyledik, servisi yapan kız Türk olduğumuzu öğrenince bizimle çat pat Türkçe konuşmaya başladı. Meğer burada Türk dizileri çok izleniyormuş ve bu sevimli kız da Türk dizilerinin hayranıymış, Türkçeyi dizilerden öğrenmiş.

    Mostar’da fiyatlar turistik bölge olduğundan Saraybosna’ya göre biraz daha yüksek. Saraybosna’da 1.-BAM’a (Bosna Markı) alabileceğiniz şeye, Mostar’da 1.-EUR veriyorsunuz diye düşünebilirsiniz.

    Mostar’a doyum olmuyor! Zamanımız kısıtlı olunca Blagaj’ı da görelim ve çok geç olmadan dönüş yoluna geçelim kararını zar zor verdik. 🙂

    Blagaj Mostar’a çok yakın, hemen birkaç km ilerisinde tabelasını görüp yoldan sapmanız gerekiyor. Tam bir doğa harikası yer. Etraf yemyeşil, dağlar ve nehirlerle çevrili. Dağın içinden çıkan su bir şelale gibi aşağı dökülüyor ve aşağıda gürül gürül akan Buna Nehri’ni oluşturuyor. Suyun çıktığı dağın hemen yamacında Müslümanlar için değerli ve özellikle Türk turistlerin çok ziyaret ettiği 600 yıllık geçmişi ile Alperenler Tekkesi yer alıyor.

    Su kenarı boyunca yer alan karşılıklı balık restoranlarında muhteşem manzaraya karşı nehir balığı yemek de ayrı bir zevk. Biz de önce tekkeyi ziyaret ettikten sonra manzarası en güzel noktaya sahip bir balık restoranında yemeğimizi yedik. Artık hava kararmaya başlamıştı, çok karanlığa kalmadan dönüş yoluna çıktık.

    Saraybosna’ya vardığımızda akşam saat 21:00 civarı olmuştu. Yarın sabah erkenden İstanbul’a dönecektik. Yakınlarımıza götürmek için taze börek almaya karar vererek börekçilere koştuk. 🙂 Burada sabah-akşam her saat börek yendiğinden börekçiler sabahın erken saatinden gecenin geç saatlerine kadar açık. Otelin hemen yan sokağında da halen açık olan büyük bir kasap vardı. Oradan da önceden methini duyduğumuz Boşnak sucuklarından aldık. Hepsi dana eti, özel bir işlemle isli yapılıyor, baharatı çok az. Tamamen et tadı alınan isli sucuklarını denemenizi tavsiye ederim. Kangallar oldukça büyüktü ve fiyatları 7.-TL civarındaydı. Eve döndükten sonra tattığımızda keşke biraz daha alsaydık diye üzülmüştük. Güzel bir günün ardından üzerimizde tatlı bir yorgunluk vardı. Sokakları geze geze otelimize dönüp dönüş hazırlıklarımıza başladık.

    Bosna-Hersek; tarihi, savaştan kalan hüznü, bizdenliği, doğal güzellikleri ve harika yemekleri ile gidilmesini şiddetle tavsiye edebileceğimiz bir yer oldu.

    *Blogumuzda yer alan bu yazının tarihi bazı güncellemelerden dolayı yeni görünüyor olabilir. Yazının içeriği yazarın kendi görüşünü yansıtmaktadır ve yazıda yer alan fiyat, ulaşım gibi bazı bilgilerin değişmiş olması mümkündür. Göz önünde bulundurmanızı rica ederiz.

    Bunlar da var!