1. Amsterdam, Hollanda
Avrupa’da sonbaharın en güzel yaşandığı şehirlerden biri olan Amsterdam, ağaçlarla çevrili kanallarının kırmızı ve altın tonlara bürünmesiyle adeta romantik bir tabloya dönüşüyor. Günlerin kısalmaya başlamasıyla birlikte tarihî evlerin pencerelerinden yayılan sarı ışıklar ve kanal kenarlarındaki loş lambalar, şehre nostaljik bir ışıltı katıyor. Ekim ayında dünyanın en büyük elektronik müzik etkinliklerinden Amsterdam Dance Event (ADE) şehrin dört bir yanını hareketlendiriyor, kasım ayında düzenlenen Museumnacht ile elliden fazla müze gece geç saatlere kadar açık kalıyor ve ziyaretçiler sanat ile eğlenceyi bir arada deneyimliyor. Van Gogh Müzesi’ni gezerken müzik dinlemek ya da botanik bahçesinin cam seralarında tropik bitkiler arasında parti atmosferine karışmak, Amsterdam sonbaharının unutulmaz deneyimlerinden biri. Bunun yanında, serinleyen havada kanal kıyısındaki bir kafede oturup kahve yudumlamak, bu mevsimde şehre daha da yakışan dingin bir keyif sunuyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “The Fault in Our Stars”(2014), Amsterdam’ın kanallarını, köprülerini ve küçük kafelerini beyazperdede romantik bir fonda sunuyor. John Green’in romanından uyarlanan film, şehrin duygusal ama dingin yanını öne çıkarıyor.
Gitmişken tatmadan dönme: Amsterdam’ın en bilinen tatlılarından stroopwafel, ince waffle’ların arasına sürülen karamel şurubuyla soğuk havada içinizi ısıtıyor. Bir başka ikonik lezzet olan elmalı turta ise genellikle krem şantiyle servis ediliyor ve kanal kıyısında bir kafede kahve eşliğinde tadıldığında tadına doyum olmuyor.
2. Prag, Çekya
Prag, sonbaharda turist kalabalıklarının azalmasıyla daha dingin bir atmosfer kazanıyor. Yazın yoğunluğu yerini huzura bırakırken, tarihî sokaklarda rahatça dolaşmak ve şehrin masalsı dokusunu hissetmek çok daha kolay hale geliyor. Sararmış yapraklarla çevrili Orta Çağ sokakları, Prag’a romantik bir hava katıyor ve şehri adeta bir kartpostala dönüştürüyor. Özellikle Prag Kalesi’nden kızıl ve turuncu tonlara bürünmüş çatıları izlemek ya da kalabalıktan uzak bir şekilde Charles Köprüsü ve Eski Şehir Meydanı’nda dolaşmak bu dönemin en keyifli anlarından biri. Sonbahar akşamları içinse Prag mutfağının doyurucu lezzetleri nefis bir eşlik sunuyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Prag, uzun yıllardır sinemanın gözdesi. Mission: Impossible (1996), Brian De Palma’nın yönetmenliğinde şehri uluslararası beyazperdeye taşıyan en önemli filmlerden biri oldu. Tom Cruise’un başrolde yer aldığı yapımda Liechtenstein Sarayı, Kampa Adası, Wenceslas Meydanı ve Charles Köprüsü dikkat çekici sahnelere arka plan oldu. Prag, Hollywood’un kahramanlarına sadece 90’larda değil, yakın dönemde de ev sahipliği yaptı. Spiderman: Far From Home çekimleri sırasında şehrin barok ve doğu Avrupa mimarisini yansıtan yerleri tercih edildi.
Gitmişken tatmadan dönme: Prag’ın en ikonik yemeklerinden biri olan Svíčková na smetaně, dana etinin krema bazlı sebze sosuyla birlikte pişirildiği ve yanında ekmek ile sunulan geleneksel bir lezzet. Sosunun hafif tatlı aroması ve kremalı dokusu, serin sonbahar akşamlarında doyurucu bir seçim yaratıyor. Tatlıya yönelmek isteyenler içinse kömür ateşinde pişirilen, tarçın-şeker kaplı Trdelník, Prag sokaklarında dolaşırken elden bırakılmayacak bir lezzet.
3. Paris, Fransa
Paris’in parkları ve bahçeleri sarı, turuncu ve kızıl yapraklarla bezendiğinde şehir en fotojenik günlerini yaşıyor. İlkbaharın kalabalığı ve yazın bunaltıcı sıcakları geride kaldığında, sonbahar aylarıyla birlikte ılıman ve ferah bir hava hâkim oluyor. Özellikle Lüksemburg Bahçesi ve Tuileries Bahçesi bu dönemde tam anlamıyla görsel bir şölene dönüyor. Yaz tatili bitip şehir sakinleştiğinde, Paris’i daha derinden keşfetmek ve kendinizi bir Parisli gibi hissetmek mümkün hale geliyor. Altın yaprakların kapladığı Tuileries veya Champ de Mars parkında oturup Eyfel Kulesi’ni izlemek ya da Seine Nehri kıyısında serin bir akşamüstü yürüyüşüne çıkmak, Paris’i bu mevsimde keşfetmenin en keyifli yollarından biri. Audrey Hepburn’ün “Paris her zaman iyi bir fikirdir” sözünü hatırlatan şehir, bu mevsimde belki de en iyi fikri veriyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “Midnight in Paris” (2011), Paris’i büyülü bir bakışla ekrana taşıyan unutulmaz filmlerden biri. Woody Allen’ın yönettiği bu yapım, Seine kıyılarından Montmartre sokaklarına, Musée Rodin’den Shakespeare and Company kitabevine kadar pek çok ikonik noktayı ölümsüzleştiriyor. Filmdeki karakterin gece yarısı 1920’lerin Paris’ine yaptığı yolculuk, şehre nostaljik ve melankolik bir hava katıyor. Bugün hâlâ filmde geçen mekânlar ziyaret ediliyor, özellikle Versailles Sarayı bahçeleri ya da Shakespeare and Company gibi duraklar Paris’in romantik ruhunu yakalamak isteyenlerin uğrak noktaları arasında.
Gitmişken tatmadan dönme: Paris’te sonbahar akşamlarının en klasik eşlikçisi yoğun aromalı bir sıcak çikolata. Yanında çıtır bir kruvasanın keyfini çıkarabilir ya da peynirle servis edilen soğan çorbasıyla içinizi ısıtabilirsiniz. Günün sonunda Seine kıyısında dolaşırken, bu tatların verdiği keyif Paris’i sonbaharın en güzel yaşandığı şehirlerden biri hâline getiriyor.
4. Viyana, Avusturya
Viyana, sonbaharın keskinleşen serin havasıyla birlikte eşsiz bir kafe kültürü atmosferi sunuyor. Günler kısaldıkça Viyanalılar ve ziyaretçiler, şehrin tarihî kafelerinin sıcak ortamına sığınıyor. Cafe Landtmann gibi ikonik mekânlarda Freud’un bir zamanlar yaptığı gibi gazetenizi alıp köşeye çekilmek, sonbaharın dinginliğini hissetmenin en keyifli yollarından biri. Bunun yanı sıra şehrin müzeleri de bu dönemde daha sakin ve keyifli bir deneyim sunuyor. Özellikle Doğa Tarihi Müzesi (Naturhistorisches Museum), görkemli mimarisi ve zengin koleksiyonuyla Viyana’nın kültürel zenginliğini sergiliyor. Yanında yer alan Sanat Tarihi Müzesi (Kunsthistorisches Museum) ise Avrupa’nın en önemli sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Sonbaharda bu iki müze, dışarıdaki serin havadan kaçıp tarihe ve sanata dalmak için ideal birer durak haline geliyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “Before Sunrise” (1995), Viyana’nın sokaklarında geçen ve şehrin gençlik, aşk ve keşif dolu yüzünü öne çıkaran unutulmaz bir film. Ethan Hawke ve Julie Delpy’nin canlandırdığı karakterler, gece boyunca Viyana’nın parklarında, kafelerinde ve sokaklarında dolaşarak şehrin romantik atmosferini ekrana taşıyor. Filmin üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hayranları hâlâ filmdeki mekânları ziyaret ediyor. Örneğin Opera binasını gören merdivenler ve ünlü sahnelerden birinin geçtiği plak dükkânı, ziyaretçilerin rotasında mutlaka yer alıyor. Film, Viyana’yı ziyaret etmeden önce izlenebilecek en etkileyici yapımlardan biri.
Gitmişken tatmadan dönme: Viyana’da sonbahar tatlıları başrolde. İnce hamura sarılmış elma ve tarçınla hazırlanan Apfelstrudel, yanında sıcak vanilya sosuyla servis edildiğinde serin havayı unutmanızı sağlıyor. Daha yoğun bir lezzet için, çikolata ganajla kaplı Sachertorte, Viyana’nın simge tatlısı olarak öne çıkıyor. Yanında köpüklü bir Wiener Melange kahvesiyle bu tatlıların tadını çıkarmak, sonbaharda Viyana deneyimini tamamlıyor. Sonbaharın sonlarına doğru giderseniz Noel pazarlarına denk gelebilirsiniz, buralarda da ayaküstü tüketilebilecek birçok lezzet bulunuyor.
5. Edinburgh, İskoçya
Edinburgh, gotik mimarisi, sisli tepeleri ve parke taşlı sokaklarıyla sonbahar mevsimine en çok yakışan şehirlerden biri. Dramatik silüeti serin havada daha da etkileyici görünüyor, çevresini saran ağaçlar altın tonlara dönerken ortaya çıkan manzara kartpostalları aratmıyor. Özellikle Princes Street Gardens ve kentin simge tepesi Arthur’s Seat çevresinde yapılan yürüyüşler, şehrin büyülü atmosferini tamamlıyor. Tepeden bakıldığında, tarihi Edinburgh Kalesi’nden Orta Çağ’dan kalma sokaklara uzanan geniş manzara eşsiz bir tablo sunuyor. Yürüyüş sonrası şehrin şirin kafelerinden birinde çayla ısınmak, serin Edinburgh havasına en iyi eşlik eden anlardan biri. Sonbaharın sonlarına doğru düzenlenen İskoç Uluslararası Hikâye Anlatıcılığı Festivali, folklor ve efsanelerle şehre kültürel bir renk katıyor. Cadılar Bayramı dönemiyle birleşince şehirdeki mistik hava daha da belirginleşiyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “One Day” (2011), Edinburgh’un romantik ve melankolik atmosferini yansıtan filmlerden biri. Başlangıç sahnelerinde Arthur’s Seat’teki gün doğumu ve Edinburgh Üniversitesi çevresindeki kareler, şehrin sonbahara özgü büyüsünü beyazperdeye taşıyor. Film, şehrin dramatik ama samimi ruhunu hissetmek isteyenler için güzel bir eşlikçi.
Gitmişken tatmadan dönme: İskoç mutfağının sembol yemeği haggis, şalgam ve patates püresiyle birlikte sunulduğunda sonbahar akşamları için güçlü bir seçenek. Hafif bir alternatif arayanlar içinse kremsi kıvamıyla öne çıkan füme balık çorbası, soğuk havada hem doyurucu hem de rahatlatıcı bir tat sunuyor. Tatlıya geçersek, tereyağlı ve kıtır hamuruyla yapılan shortbread bisküvileri mutlaka denenmeli.
6. Floransa, İtalya
Rönesans’ın beşiği Floransa, sonbaharda sanat dolu sokaklarına mevsimin altın sarısı tonlu ışıklarını serpiştirerek ziyaretçilerine unutulmaz bir atmosfer sunuyor. Yazın kavurucu sıcakları geçip kışın soğuğu gelmeden kentin tarihî dokusunu keşfetmek için ideal bir dönem. Eylül ve ekim aylarında üzüm hasadı yapılırken, kasımda düzenlenen kestane festivalleri ve yeni zeytinyağı tadımlarıyla bölge tam bir lezzet karnavalına dönüşüyor. Uffizi ve Accademia gibi dünyaca ünlü müzeleri kalabalık olmadan gezebilir, Michelangelo Tepesi’nden gün batımında kırmızı kiremitli çatıları ve Arno Nehri’ni izleyerek sonbaharın keyfini çıkarabilirsiniz.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “Lost in Florence” (2017) filmi isabetli bir seçenek. Yönetmen Evan Oppenheimer’ın eseri olan bu romantik-drama, kalbi kırılmış bir Amerikalının Floransa’ya gelişini ve yerel bir spor olan Calcio Fiorentino’ya katılışını konu alıyor. Film, Floransa’nın spor kültürünü, tarihî sokaklarını ve tutkulu atmosferini gözler önüne seriyor, şehirle samimi bir bağ kurmak isteyenler için birebir.
Gitmişken tatmadan dönmeyin: Sonbaharda Toskana mutfağının zirveye çıktığı bu dönemde beyaz trüfle aromalandırılmış makarna veya risotto mutlaka denenmeli. Basit ama etkileyici bir lezzet arıyorsanız, yeni sıkılmış Toskana zeytinyağıyla yapılan bruschetta’lar son derece tatmin edici. İtalya’nın en iyi sandviçlerinden bazılarını da burada bulabilirsiniz. Tatlıseverler için ise kestaneli seçenekler sonbaharın tatlı kapanışını yapmanın en iyi yolu olabilir.
7. Budapeşte, Macaristan
Budapeşte, sonbahar geldiğinde Tuna Nehri’nin her iki yakasında da büyüleyici manzaralar sunuyor. Buda tepesindeki Balıkçı Tabyası veya Gellért Tepesi’nden baktığınızda, Tuna’nın suları ve kıyıları sıralayan ağaçlar sıcak sonbahar renklerine bürünmüş hâlde önünüzde seriliyor. Manzarayı tamamlayan Parlamento Binası ise bu altın ve kızıl fon önünde tüm ihtişamıyla parıldıyor. Avrupa’nın en güzel ve romantik şehirlerinden biri kabul edilen Budapeşte’de sonbahar, parklarında yürüyüş yapıp tarihî sokaklarında dolanmak için ideal zaman. Ekim ve kasım aylarında havalar henüz tam anlamıyla soğumadan, bol bol yürüyüş yaparak şehri keyifle keşfedebilirsiniz. Özellikle Margaret Adası ve şehir parkı sonbahar yapraklarının döküldüğü sakin ortamlarıyla hem yerlilerin hem ziyaretçilerin favorisi. Sonbaharda Budapeşte’ye geldiğinizde kesinlikle deneyimlemeniz gereken bir diğer şey de kentin ünlü termal hamamları. Sonbaharın sonlarına doğru serin bir günde, tarihi Széchenyi Termal Hamamı’nın açık hava havuzlarında sıcak termal suların keyfini çıkarmak hem bedeninizi hem ruhunuzu dinlendirecek eşsiz bir deneyim.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Budapeşte sinemada sık sık karşımıza çıkıyor. Özellikle ajan filmlerinde ve uluslararası yapımlarda, şehrin tarihi dokusu farklı kimliklere bürünerek kullanılıyor. Örneğin Tinker Tailor Soldier Spy (2011) ve diğer bazı Hollywood yapımlarında Roma ya da Moskova gibi başka şehirleri canlandırmak için seçilmiş.
Gitmişken tatmadan dönme: Macar mutfağının en ünlü yemeklerinden gulaş çorbası, bol paprika ve etle hazırlanarak serin sonbahar günlerinde iç ısıtıyor. Sokak lezzetlerinde ise lángos başı çekiyor. Pişi benzeri bir kızartılmış hamurun üzerine sarımsak, ekşi krema ve rendelenmiş peynir eklenerek servis ediliyor. Tatlı sevenler içinse tarçınlı şekerle kaplanmış, közde pişirilen silindir hamur tatlısı kürtőskalács vazgeçilmez.
8. Roma, İtalya
Roma, sonbaharda turist kalabalıklarının bir nebze olsun azalması ve kavurucu yaz sıcaklarının yerini ılık bir havaya bırakmasıyla, “ebedi şehir” ünvanını sonuna kadar hak eden bir deneyim sunuyor. Aşırı sıcakların olmadığı, sokakların nefes aldığı bu mevsimde, Roma’nın her adımında tarihe tanıklık ediyorsunuz. Öğleden sonraları Kolezyum’un gölgesinde dolaşıp vaktinizi Piazza Navona’da açık hava ressamlarının eserlerini izleyerek geçirebilirsiniz. Sonbaharın yumuşak ışığı Trevi Çeşmesi’ni çevreleyen mermerlere vururken, dilek dileyip bir bozuk para atmak da kaçınılmaz oluyor. Villa Borghese bahçeleri sonbaharda kızıl ve turuncu yapraklarla dolarken, bu büyük parkta hem doğanın tadını çıkarabilir hem de müzesindeki inanılmaz sanat eserlerine hayran kalabilirsiniz. Özellikle Caravaggio ve Bernini’nin şaheserlerinden bazıları burada. Ekim ayında Roma’da kültür sezonu başlıyor. Yeni sergiler, konserler ve tiyatro oyunları şehrin dört bir yanına yayılıyor. Tüm bu etkinliklerin ardından akşam üstü bir kafede oturup Piazza di Spagna’yı izlemek ya da Trastevere’nin dar sokaklarında kaybolmak, Roma’nın sonbahar “Dolce Vita”sını yaşamanın en güzel yolları.
Şehrin sonbahar ruhunu yakalamak için: Roma’nın büyüsünü ve tarihini en iyi hissedebileceğiniz yapımlardan biri, kuşkusuz Audrey Hepburn ve Gregory Peck’in rol aldığı klasik film “Roman Holiday” (1953). Audrey Hepburn’e Oscar kazandıran bu film, savaş sonrası Roma’da geçen modern bir peri masalı. Filmde Roma’nın en ikonik mekânları harika sahnelerle ölümsüzleşmiş. Audrey Hepburn’ün meşhur İspanyol Merdivenleri’nde dondurma yerken göründüğü sahne, Gregory Peck ile birlikte Aşk Çeşmesi’ne scooter ile gittikleri o eğlenceli anlar ve Sant’Angelo Kalesi’nin önündeki romantik akşam manzaraları. Tüm bu sahneler Roma’yı hafızalara kazıyan görüntüler sunuyor. Roma demişken bir film ve bir diziden daha bahsetmeden olmaz. Ünlü yönetmen Federico Fellini’nin La Dolce Vita adlı filmi Roma’yı ışıkları, meydanları ve eğlence hayatıyla büyüleyici bir sahneye dönüştürürken; ve Andrew Scott’ın başrolde olduğu Ripley adlı kısa dizi, şehrin tarihî sokaklarını ve mimarisini zarif bir atmosferin parçası hâline getiriyor.
Gitmişken tatmadan dönmeyin: İtalya’nın kalbi Roma, mutfak konusunda da bir efsane. Sonbahar, Roma ve çevresinde hasat zamanı olduğundan dolayı enfes lezzetler sunuyor. Bunların başında, yeni hasat edilmiş zeytinlerden elde edilen taptaze zeytinyağı geliyor. Roma’da yemek yerken salatanızdan makarnanıza bu yeni zeytinyağının mevsimlik aroması fark ediliyor. Elbette Roma’ya özgü efsanevi yemekleri es geçmemeli. Cacio e Pepe, sadece Pecorino Romano peyniri ve karabiberin makarna suyuyla birleşiminden oluşan oldukça sade ama öyle lezzetli bir yemek ki bir tabak yediğinizde bu kadar az malzemeyle böyle bir lezzet nasıl ortaya çıkabilir diye düşünebilirsiniz. Carbonara da yumurta, peynir ve guanciale’nin mükemmel uyumuyla hazırlanmış, Roma’nın bir diğer klasiği. Ana yemek sonrasında veya gün içinde atıştırmalık olarak ise Roma’ya özgü supplì (içi mozzarella dolgulu, kızarmış pirinç topları) ve carciofi alla giudia (kızarmış enginar) deneyebilirsiniz.
9. Brüj, Belçika
Brüj, Orta Çağ’dan kalma mimarisiyle yılın her döneminde etkileyici görünse de sonbaharda bambaşka bir büyü kazanıyor. Tarihî binaları saran sarmaşıklar eylül ve ekim aylarında altın ve kızıl tonlara dönerek kenti bir renk şölenine büründürüyor. Yumuşak öğleden sonraları kanallarda yapılan tekne gezileri, suya vuran ışık oyunları ve taş köprülerle birleşerek masalsı bir huzur yaratıyor. Brugge sokaklarını dolaşırken her köşe başında sıcak Belçika çikolatasının kokusu karşılıyor; birçok çikolatacıda bu mevsime özel kakao karışımları denenebiliyor. Kasım ayına yaklaşırken mevsimlik pazarlar ve panayırlar kurulmaya başlıyor, Markt Meydanı hareketleniyor. Yerel el sanatları tezgâhları arasında gezinmek, yanında sıcak bir içecek alıp meydanın ritmini izlemek sonbaharın keyfini artırıyor. Gün batımında Belfry Çan Kulesi’nin kızıl ışıklarla aydınlanan manzarası ise Brüj’de bu mevsimin en etkileyici anlarından biri.
Şehrin ruhunu yakalamak için: In Bruges (2008), kentin dar sokaklarını, gotik mimarisini ve masalsı kanallarını beyazperdede ölümsüzleştiren bir film. Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ın başrollerinde olduğu bu kara komedi, Brüj’ü adeta başlı başına bir karakter gibi öne çıkarıyor. Orta Çağ meydanları ve Belfry Kulesi çevresindeki sahneler, şehrin ihtişamını güçlü biçimde yansıtıyor. Ayrıca uluslararası yapımlarda Brüj sık sık gotik ve romantik bir fon olarak tercih ediliyor.
Gitmişken tatmadan dönme: Belçika’nın çikolata başkenti sayılan Brüj’de, butik çikolatacılarda el yapımı pralinler ve trüfler mutlaka denenmeli. Serin bir sonbahar gününde, kremalı ve yoğun bir sıcak çikolata yudumlamak en keyifli deneyimlerden biri. Daha doyurucu bir alternatif arayanlar için yerel bir mekânda servis edilen stoofvlees ve çıtır patates kızartması, Brüj mutfağının öne çıkan tatları arasında yer alıyor.
10. Madrid, İspanya
Madrid, sonbaharda canlı şehir atmosferini sıcacık sonbahar tonlarıyla buluşturan bir Avrupa başkenti. İspanya’nın bu hareketli şehrinde ekim ayıyla birlikte kavurucu yaz sıcakları yerini ılık ve keyifli günlere bırakırken, şehirdeki parklar âdeta bir renk cümbüşüne dönüyor. Özellikle El Retiro Parkı ve kentin oksijen deposu Casa de Campo, yaprakların sarıdan kızıla ve kahverengiye döndüğü, sonbaharın tüm tonlarını sergileyen açık hava müzeleri gibi. Sonbahar aynı zamanda Madrid’de festival ve kültür zamanı. Ekim ayının sonlarına doğru, günler kısalıp akşamlar serinlemeye başlarken şehir bir ışık festivaline ev sahipliği yapıyor ve tarihî binalar ile meydanlar rengârenk ışık enstalasyonlarıyla aydınlanıyor. Madrid, bünyesindeki Prado, Reina Sofía ve Thyssen-Bornemisza gibi dünya çapında müzeler sayesinde kültürseverleri de cezbeden bir şehir. Üstelik sonbaharda turist sayısı nispeten azaldığından bu müzeleri daha rahat gezebilirsiniz. Ayrıca sonbahar, Madrid’in ünlü açık hava pazarı El Rastro’da dolaşmak veya Gran Vía gibi alışveriş caddelerinde rahatça gezmek için de ideal bir dönem.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “The Other Way Around” (2024), Madrid’i sonbaharın ilk günlerinde görmek için harika bir fırsat. Yönetmen Jonás Trueba’nın bu romantik-komedisi, uzun bir ilişkinin bitişini kutlamak için parti düzenlemeye karar veren bir çiftin hikâyesini Madrid’in ev sahipliğinde anlatıyor. Teras sohbetlerinden tren yolculuklarına kadar Madrid’in gündelik yaşamına içten bir bakış sunarken, şehrin sanatsal ve melankolik yanını da sonbahara çok yakışan bir tonda hissettiriyor.
Gitmişken tatmadan dönmeyin: İspanyol mutfağının kalbinin attığı yerlerden biri olan Madrid’de sonbahar, lezzet avcıları için bir cennet. Şehre gelmişken akşamüstü geleneksel bir tapas turuna çıkmayı ihmal etmeyin. La Latina mahallesindeki Cava Baja sokağı veya Malasaña’daki küçük tapas mekânları, birbirinden lezzetli atıştırmalıklarla dolu. Özellikle patatas bravas ve queso manchego öne çıkanlardan. Bu küçük tabaklar İspanyol kültürünün bir parçası ve Madrid’de yerel halk gibi mekân mekân gezip tapas atıştırmak oldukça keyifli zaman geçirmenizi sağlayabilir. Bunların yanı sıra Madrid’e özgü tatlar da var. Örneğin, çıtır kalamarların taze ekmek arasına konduğu bocadillo de calamares şehrin meşhur sokak lezzeti ve özellikle merkezdeki Plaza Mayor civarında pek çok dükkânda bulunuyor. Tatlı olarak ise soğuyan sonbahar akşamlarında sıcak çikolata ve churros ikilisi vazgeçilmez. San Ginés gibi tarihî çikolaterilerde bir fincan yoğun sıcak çikolataya batırarak yiyeceğiniz çıtır churros’lar, günün tüm yorgunluğunu unutturacak kadar lezzetli.
11. İstanbul, Türkiye
İstanbul, sonbaharda bambaşka bir ritme bürünüyor. Yazın kalabalığı çekildikçe şehir sakinleşiyor, hafif serinleyen hava ise hem yürüyüşler hem de keşifler için ideal bir ortam yaratıyor. Boğaz kıyısında süzülen vapurların ardında yükselen sis, köprülerin gölgesinde parlayan gün batımı ve korularda sararan yaprakların oluşturduğu renk cümbüşü, İstanbul sonbaharının kendine has atmosferini oluşturuyor. Emirgan Korusu’ndan Belgrad Ormanı’na, Gülhane Parkı’ndan Yıldız Korusu’na kadar pek çok yeşil alan, dökülen yapraklarla bezeniyor. Tarihî Yarımada’da Topkapı Sarayı’nı ya da Ayasofya’yı daha sakin gezmek mümkün olurken, Galata Kulesi’nden bakıldığında Haliç’in üzerinde süzülen kızıl ışıklar İstanbul’un bu mevsimdeki en etkileyici manzaralarından birini sunuyor. Şehrin farklı semtlerine uzandıkça sonbaharın ruhunu hissetmenin başka yolları da ortaya çıkıyor. Balat sokaklarında sonbahar güneşinin renkleriyle canlanan rengârenk evler arasında dolaşmak ya da bir yamaçtan Boğaz’ın nefes kesen manzarasına karşı çay içmek favori sonbahar aktivitelerinden. Özellikle Beykoz’daki Otağtepe Korusu’ndan Boğaz’ın tüm ihtişamını izlemek ya da Rumelihisarı’ndaki Doğatepe’de manzara eşliğinde keyifli bir mola vermek, sonbaharda İstanbul’u yaşamanın en güzel yollarından.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Eşkıya (1996), Türk sinemasında bir dönüm noktası kabul edilen ve uzun yıllar sonra sinemaya yeniden seyirci kazandıran bir film. Yavuz Turgul’un yönettiği yapımda, Şener Şen’in canlandırdığı Baran karakteri yıllar sonra İstanbul’a döner. Film, bir yandan bireysel hesaplaşma ve dostluk hikâyesi anlatıyorken, diğer yandan 90’ların İstanbul’unu güçlü bir arka plan olarak işliyor. İstanbul, filmde yalnızca bir dekor değil, karakterlerin kaderlerini şekillendiren başlıca unsurlardan biri. Sonbahar ve İstanbul demişken ayrıca, Teoman’ın “İstanbul’da Sonbahar” adlı şarkısından bahsetmeden olmaz. Şehrin hüzünlü ve şiirsel havasını ortaya koyan özel bir şarkı.
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız Kulesi ve Adalar
Ah, bur’da olsan, çok güzel hâlâ
İstanbul’da sonbahar
Gitmişken tatmadan dönmeyin: İstanbul’da sonbahar, şehrin havasıyla birlikte kokularını da değiştiriyor. Taksim’de kavrulan kestane, Eminönü’nde çay ve simit, Vefa’da boza ile leblebi, yol üzerlerinde közlenmiş mısırın kokusu burnunuza geliyor. Akşamlar serinledikçe sahlep içmek daha da keyifli oluyor. Balık sezonu da açıldığından Boğaz kıyısındaki lokantalar hareketleniyor. Sofralarda hamsiden lüfere mevsimin balıkları yerlerini alıyor. Tarihî Yarımada’da dolaşırken birkaç saat sonra bir kahve molası vermek, sonbaharın dinginliğine eşlik eden küçük bir ödül gibi.
Sonbaharda Avrupa, birbirinden benzersiz deneyimlerle dolu. Yukarıda bahsettiğimiz her bir şehir, kendine has sonbahar dokusuyla ziyaretçilerine unutulmaz anılar vadediyor. Altın sarısı renkli yaprakların dans ettiği parklar, tarihî sokaklara sinen kahve ve baharat kokuları, kültür ve eğlence dolu festivaller, unutulmaz filmlerin hatıraları ve birbirinden güzel yiyecekler. Tüm bunlar, Avrupa’da sonbaharın neden bir başka güzel yaşandığını gözler önüne seriyor. Umarız siz de bu şehirlerin herhangi birinde sonbaharın büyüsünü doyasıya yaşama fırsatı bulursunuz.