Yaklaşık 11 saat süren bir yolculuğun ardından Miami’ye varıyoruz. İspanyolcanın yaygın olarak konuşulduğunu biliyordum ama kendimi neredeyse bir Latin Amerika ülkesinde bulacağımı bilmiyordum. Etraftaki uyarı panolarının hepsi hem İngilizce hem İspanyolca yazılı… Bazı havaalanı görevlileri İngilizce bile konuşmuyor.
Kalacağımız otel South Beach bölgesinde. Kısaca SOBE diye anılan bu bölgeye toplu taşımayla ulaşmak biraz meşakkatli. Metroya ulaşmak için 30dk kadar yol yürümek gerekiyor. Biz de oldukça yorgun olduğumuz ve yol da nispeten kısa olduğu için taksiyle gitmeye karar veriyoruz. Şehri bölgelere ayırmışlar ve her bölge için sabit bir ücret belirlemişler. Bunun için taksiyle seyahat oldukça güvenli.
Akşam 9’a doğru otelimize varıyoruz. Odamıza yerleştikten sonra hemen kendimizi dışarı atıyoruz. Kısa bir yürüyüşün ardından şehrin en hareketli caddelerinden biri olan Lincoln Road Mall’a varıyoruz. Yemek yiyecek bir yer bulmak için dolaşırken etrafta sıra sıra dizilmiş bir sürü restoran ve kafe olduğunu fark ediyoruz. Hepsi de tıklım tıklım dolu. Enteresan olan, neredeyse hepsinde nargile içiliyor olması. Şehirde Latin ağırlıklı bir nüfus yaşıyor olmasına rağmen, doğunun otantik etkisi kafelere yansımış.

Caddenin neredeyse en kalabalık mekanı olan Pizza Rustica’yı gözümüze kestiriyoruz. Siparişlerimiz gelince doğru kararı verdiğimizi anlıyoruz. Porsiyonlar oldukça büyük ve gerçekten çok lezzetli. Çok kalabalık olduğundan biraz beklemeyi göze alıyorsanız denemeye değer. Uzun yolculuğun üzerine yenen yemek bizi iyice ağırlaştırıyor. Kendimizi otele atıyor ertesi sabah dinç kalkmak için hemen uyuyoruz.
Bugünkü programımızda öncelikli olarak Ocean Drive ve Art Deco bölgesi. Bu mevsimde hava oldukça değişken olabiliyor. Yanınızda şemsiye taşımakta fayda var. Hava günlük güneşlikken birden sağanak yağışlı olabiliyor. Böyle anlarda, kafelerin tentelerinin altında, yağmurdan korunmak için gruplaşan birçok insan görmek mümkün.
Ocean Drive, South Beach’in en popüler caddesi. Yol boyunca sıralanmış restoran, kafe ve kulüpleri sayesinde günün her saati hareketli. Öğle vakti, kulüplerin birinin önünde, masanın üzerinde dansçı kızları görürseniz şaşırmayın. Bu kalabalığa karışmadan, yol kenarındaki bir çimenliğe uzanıp bu eğlenceyi uzaktan izlemek de mümkün.
Ocean Drive’in devamı Art Deco bölgesi. Art Deco, 1910’larda süsleme sanatlarında ve mimaride ortaya çıkan ve 1920’lerde ve 1930’larda Batı Avrupa’da ve Amerika’da başlıca tarz haline gelen bir akım. Bu bölgedeki binalar, bu akımdan etkilenerek yapıldığından böyle adlandırılmış. Miami’nin, tarihi olarak adlandırılabilecek tek bölgesi de burası zaten.
Bugün kendimizi çok yormak istemiyoruz, çünkü akşama, aylar öncesinden bilet aldığımız Miami Heats- Memphis Grizzles, NBA maçına gideceğiz. Miami Heats maçları, downtown denilen şehir merkezindeki American Airlines Arena’da oynanıyor. Odamızda biraz dinlendikten sonra, otobüs durağının bulunduğu Washington Ave.’ye gidiyoruz. Otobüs ücreti 2 USD ve şoföre ödeniyor. Üzerinizde tam para bulundurmanızı tavsiye ederim, çünkü para üstü verilmiyor. Biz, 5 USD verdiğimizden, 1 USD’mize el sallıyoruz. Takribi 30 dakikalık bir otobüs yolculuğunun ardından American Airlines Arena’ya varıyoruz.

Arenaya ulaştığımızda maçın başlamasına yaklaşık 45dk olmasına rağmen hem kalabalığa kalmamak için, hem de içerisini de merak ettiğimizden, çok oyalanmadan içeri giriyoruz. İçerisi başlı başına bir cazibe merkezi… Her katta birçok yeme-içme mekanı ve Miami Heats’in ürünlerinin satıldığı dükkanlar var. Amerikalılar zaten yemeğe çok düşkün insanlar. Bu yüzden bu mekanların hepsinin çokça müşterisi var. Katlar arası ufak bir gezintinin ardından yerimizi buluyoruz. En üst katta, sıranın en başında, tüm sahaya hakim, çok güzel koltuklarımız var. Seyircilerin hepsi son dakikaya kadar yemek yemekle meşgul olduklarından, maç başlayana kadar koltuklar dolmuyor.
Aralarda dansçı kızların gösterilerinin olduğu, çok çekişmeli bir maç izliyoruz. Son 2 dakikaya kadar geride olan Miami Heats, maçı 3 sayı farkla kazanınca herkes coşuyor. Bu coşkunun verdiği yorgunlukla, maç sonu otelimize dönüp dinleniyoruz.
Ertesi sabah erkenden, günlük yürüyüşümüzü yapmak üzere SOBE’nin kuzey tarafına doğru sahil boyunca uzanan boardwalk’a gidiyoruz. Burası, plaj boyunca uzanan, palmiye ağaçlarının çevrelediği, çok keyifli, tahta bir yürüyüş yolu… Belli aralıklarla plaja geçiş yapmak için yollar ve bu yolların başında da herkesin kullanımına açık duşlar var. Hatta bazı noktalara, ücretsiz güneş kremi makinesi bile konulmuş. Deniz, öyle fotoğraflardaki kadar güzel değil. Ama plaj o kadar geniş ve uzun ki, kalabalık bile olsa, gün boyu rahatlamak ve dinlenmek için bile gidilebilir.
Yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra ertesi gün gitmeyi planladığımız Key West için tur araştırmasına girişiyoruz. Lincoln Road üzerindeki acenteler, uygun fiyata otobüsle gidiş-dönüş sağlıyorlar. Biz de bunlardan biriyle, ertesi sabah erken saatte otelimize yakın bir yerden alınmak üzere anlaşıyoruz ve günün yorgunluğunu atmak üzere içeceklerimizi alıp sahile denize girmeye gidiyoruz. Burada günü batırdıktan sonra, sabah çok erken kalkacağımızdan, dinlenmek üzere otelimize dönüyoruz.

Aynı isimde iki ayrı otelin aynı sokakta olma ihtimali nedir? Bu çok az ihtimal ertesi sabah bizim başımıza geliyor ve Key West’e giden otobüsümüzü kaçırdığımızı telaş içinde fark ediyoruz. Neyse ki hemen bir taksi bulup otobüsü yolda yakalıyoruz. Susmak bilmeyen rehberimizi dinleyerek 3 saat kadar süren bir yolculukla Key West’e varıyoruz. Neyse ki yol boyunca harika manzaralar görüyoruz da rehberin kulaklarımızda çınlayan sesinin etkisi azalıyor.
Key West, Amerika’nın en uç noktası ve Küba’ya olan uzaklığı sadece 90 mil. Tam bir tropikal ada olan Key West; yemyeşil sokakları, Ernest Hemingway’in bol kedili evi ve rengarenk yapılarıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada gün batımını izlemek ayrıca keyifli… Amacınız denize girmekse, o turkuaz sahilleri burada bulmanız biraz zor. Ama günübirlik gezmek için mutlaka gelinmeli.
Akşam, sıcaktan ve yorgunluktan pestilimiz çıkmış şekilde Miami’ye dönüyoruz. Sabah erken saatte uçağımız olduğu için, Miami’deki son gecemizde üzülerek otelimize dönüyoruz.
Görmeyi çok istediğim Little Havana için bu sefer vaktimiz kalmadı. Bu da, bu güzel şehre bir daha gelmek için bahane olur düşüncesiyle Miami’ye veda ediyoruz.