More

    Afrika’nın güzeli: Cape Town

    Seyahatimiz dünyanın ucuna, Afrika’nın en güzel şehirlerinden biri olan Cape Town’a. Aylardan aralık olduğu için tatlı bir yaz esintisi karşılıyor bizi hava alanından çıktıktan sonra. İstikametimiz, merkezi bir konumda bulunan otelimiz: Protea Hotel President.

    Nazlı Tezcan
    Nazlı Tezcan
    1978 yılında İstanbul'da doğdum. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce öğretmenliğinde okurken girdiğim Türk Hava Yolları'nda birçok birimde çalıştıktan sonra 2012 yılında geçtiğim Ekip Tahsis Müdürlüğünde halen görev almaktayım. Seyahat etmek, yeni yerler keşfetmek, fotoğraf çekmek, kitap okumak başlıca ilgi alanlarım arasında.

    Odaya yerleşmeden önce lobide, rehberimizle ertesi gün çıkacağımız turun detaylarını ve buluşma saatini kararlaştırıyoruz. Aslında tur almadan da gezmek mümkün ama biz çok uzun kalamayacağımız ve bu süre boyunca mümkün olan en çok yeri görmek istediğimiz için böyle tercih ettik.

    Eşyalarımızı bırakır bırakmaz kendimizi sokağa atıyoruz. Hava muhteşem. Yolun yorgunluğunu da atmak istediğimiz için sıra sıra kafe ve restoranların olduğu, otelimize de yürüme mesafesinde olan uzun sahil şeridi Camps Bay’e doğru yola çıkıyoruz. Gözümüze kestirdiğimiz bir kafeye yerleşip soluklanıyoruz. Ama ben rahat duramıyorum ve geldiğimizden beri yapmak istediğim şeyi yapmak üzere kendimi kumsala atıyorum. Tek tük denize girenler var ama mevsim yaz olmasına rağmen Atlas Okyanusu buzlu su kıvamında. Paçaları sıvayıp sadece ayaklarımı suya sokmak bile donmam için yeterli oluyor. Fakat beyaz kumlarla kaplı kumsal gerçekten görülmeye değer.

    Bu bölge o kadar hoşumuza gidiyor ki, akşam yemeğimizi de burada yemeğe karar veriyoruz. Yeni yıla sadece 4 gün kaldığı için etraf epeyce kalabalık ve şenlikli. Yemek için akşamları da hareketli olan Cafe Caprice’yi seçiyoruz. Deniz ürünleri ile aranız iyiyse Cape Town’da yiyecek başka bir şey aramanıza gerek yok. Hayatımda yediğim en lezzetli kalamarı bu şehirde tattığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Birçok restoran, karışık deniz ürünlerinden oluşan farklı tabak seçenekleri sunuyor. Size düşen işin en zor kısmını yapmak, seçmek!

    Çok dolaşmamış olsak da, uzun uçak yolculuğuna bir de afiyetle yenilen yemek eklenince iyice rehavet çöküyor ve otelimizin yolunu tutuyoruz. Sabah erken kalkıp Ümit Burnu turuna katılacağız.

    Ertesi sabah erkenden rehberimiz, grubun geri kalanıyla beraber bizi otelden alıyor ve yola çıkıyoruz. İlk durağımız Fok Adası. Teknenin kalkacağı koya varıyoruz. Burada teknenin kalkışını beklerken hediyelik eşyaların satıldığı tezgahlara göz atarak vakit geçirebilirsiniz.

    Rüzgarlı bir tekne yolculuğundan sonra Fok Adası’na varıyoruz. Öyle üstüne çıkıp gezilebilecek bir ada hayal etmeyin; yüzlerce fokla dolu büyük kayalıklar aslında. Tekneyle yanına yaklaşıp fokları izliyorsunuz sadece ama yine de keyifli bir aktivite. Bu bölgede aynı zamanda büyük beyaz köpek balıklarını izlemek için “kafesle dalış” da yapılıyormuş. Bir ümit belki su yüzünde yüzgeç görürüz diye bakıyoruz ama maalesef köpek balığı görme ümidimizi başka bir geziye bırakıyoruz.

    Geri dönüp sıradaki durağımız olan Boulders Beach’e, penguenleri görmeye doğru yola çıkıyoruz. Yazın ortasında, kumsalda dolaşan penguenleri görmek  enteresan bir deneyim. Kumsalın üstündeki bir platformdan bu paytak hayvanları fotoğraflayıp rehberimize çok acıktığımızı söylüyoruz. 

    Aslında programa göre Ümit Burnu’ndaki Two Oceans adlı restoranda yemek molası vermemiz gerekiyor (restoranın muhteşem bir manzarası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim) ama yolumuz daha uzun ve biz çok acıktık, bu yüzden daha yakın bir restoran seçiyor rehberimiz bize. Yemeğe oturunca muhteşem bir deniz ürünleri tabağı sipariş ediyoruz. Porsiyonlar oldukça büyük olmasına rağmen o kadar lezzetli ki bir tabak yetmeyebilir. Afiyetle yemeğimizi yedikten sonra merakla beklediğimiz Ümit Burnu’na doğru yola çıkıyoruz.

    Nefis manzaraların eşlik ettiği çok güzel bir yoldan geçerek Ümit Burnu Milli Parkı’na ulaşıyoruz. Girişte yolumuzu bir babun ailesi kesiyor. Camları kesinlikle kapalı tutmamız konusunda uyarılıyoruz. Çünkü oldukça saldırgan olabiliyorlarmış.

    Ümit Burnu Milli Parkı’nın içinde, tepedeki fenere çıkmak, aynı zamanda muhteşem manzarayı seyredebilmek için bir füniküler sistem bulunmakta. Yukarıdaki manzara gerçekten görülmeye değer. Aynı anda iki okyanusu birden görebiliyor olmak insanda muhteşem bir özgürlük hissi uyandırıyor.

    Rehberimiz  son durağımız olan Masa Dağı’na gitmek için toparlanmamız gerektiği hatırlatınca tekrar yola koyuluyoruz. Elimizi çabuk tuttuğumuzu düşünmemize rağmen maalesef yeteri kadar hızlı değilmişiz, çünkü Masa Dağı’na çıkan teleferiğe yetişemiyoruz. Teleferiğin kalktığı yerden manzarayı izlemekle yetiniyoruz.

    Tüm günün yorgunluğunu şehrin ana limanı olan; içinde birçok kafe, bar, restoran, dükkan ve otelin bulunduğu Waterfront’ta atıyoruz. Buranın hiç kuşkusuz en ünlü restoranlarından biri olan Ocean Basket’te akşam yemeğimizi yiyip otelimize dönüyoruz.

    Ertesi sabah erkenden kalkıyoruz, çünkü Cape Town’da son günümüz ve daha yapmak istediğimiz birkaç şey daha var. Alışveriş için rehberimizden öğrendiğimiz bir pazara gidiyoruz. Burada ahşap Afrika masklarından, el işi hediyelik eşyalara birçok şey bulmak mümkün. Alışverişimizi tamamlayıp Waterfront’ta bulunan Two Oceans Akvaryumu’na gitmeye niyetleniyoruz. Fakat ne yazık ki çok az vaktimizin kaldığını fark edip akvaryum ziyaretini bir dahaki gelişimize bırakıyoruz. 

    Aslında daha yapmayı istediğimiz çok şey vardı ama artık dönmek zorundayız. Bu sefer gidemediğimiz Robben Adası ve Safari Parkı turlarını da bir sonraki ziyaretimizde mutlaka yapmayı kararlaştırıp -eminiz ki Cape Town’a yeniden geleceğiz-, damağımızda leziz kalamarların tadıyla bu güzel şehirden üzülerek ayrılıyoruz.

    *Blogumuzda yer alan bu yazının tarihi bazı güncellemelerden dolayı yeni görünüyor olabilir. Yazının içeriği yazarın kendi görüşünü yansıtmaktadır ve yazıda yer alan fiyat, ulaşım gibi bazı bilgilerin değişmiş olması mümkündür. Göz önünde bulundurmanızı rica ederiz.

    Bunlar da var!