Dünyanın en eski çok uluslu medeniyetlerinden biri olan Çin, dünyanın en eski sürekli kullanılan yazı diline ve beş bin yıllık yazılı tarihe sahip. Ayrıca insanlık tarihinin en önemli buluşlarından kağıt, matbaa, barut ve pusulanın da mucidi… Günümüzde ise ünlü markaların taklit üretimleri kadar, orijinal marka ve ürünleriyle de bir alışveriş cenneti niteliği taşıyor ve pazarlık yeteneklerinizi şimdiye kadar hiç olmadığı kadar geliştirebileceğiniz fırsatlara ev sahipliği yapıyor.
Çin’in en büyük metropolü durumundaki Şanghay’da bulunan Nanjing Road; bir buzlu kahve, iki top dondurma eşliğinde, boylu boyunca rengarenk reklam panolarıyla, güzel bina cepheleriyle süslenmiş manzaranın tadını çıkararak Sarı Nehir’e kadar yürüyebileceğiniz, gündüzü de gecesi de kalabalık, dünyanın en popüler caddelerinden biri…
Nanjing “güney başkenti”, Beijing (Pekin) “kuzey başkenti” demekmiş. Altı hanedanlığa başkentlik yapmış olan Nanjing, bu unvanı birçok defa Pekin’e devretmiş ve en sonunda 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti başkenti olarak Pekin seçilmiş.
Nanjing Caddesi’nde gezinirken bir şeyler alıp çıkmamak neredeyse imkansız. Kendinizi o dükkandan bu dükkana, o alışveriş merkezinden bu alışveriş merkezine koştururken bulabilirsiniz; çünkü alışverişle en ilgisi olmayan kişilerin bile dikkatini çekecek tasarımlar mevcut. Cadde üzerinde kendini belli eden lüks alışveriş merkezleri, orijinal ürünler satmakta olup üzerlerinde yazan etiketler dudak uçuklatacak cinsten ve fiyatlar pazarlığa tabii değil. Ben o AVM’lerden birine tesadüfi bir şekilde girmiştim, etiketleri görünce de “Bir yerlerde gizli kamera mı var? Şaka olmalı!” demiştim. Öylesine yüksek fiyatlardan bahsediyorum. Yine de ürünler o kadar güzeldi ki… Aromasının kokusuna kapılıp gayri ihtiyari zehirli çiçeğin göbeğine konmak gibi bir şey, alsan olmuyor, almasan aklın kalıyor. Bu alışveriş koşturmacası sırasında karşınıza ellerinde kartvizitler bulunan ve “Mağazamız çok yakında, lütfen uygun fiyatlarda kaliteli ürünlerimize bir göz atın!” diye kişiler çıkabilir. Elbette çoğu gerçekten satış amaçlıdır ama ya değilse? Açıkçası bu kişilere ben itibar etmedim, size de dikkatli olmanızı tavsiye ederim.
Nanjing Caddesi’nin gecesi makbul olmakla birlikte, Huangpu (Sarı) Nehri’ne ulaştığınızda nehir gezisi yapan tur teknelerine binebilirsiniz. Şehrin gece manzarasını en güzel haliyle çeşitli açılardan görmeyi sağlayan bu tekne turunda, vaktimin çoğunu 1,5-2 yaşlarında sakar sakar yürümeye çalışan bir çocukla geçirdim desem yalan olmaz. Ebeveynlerinin paçasına bağladığı küçük çanlar, her hareketinden haberdar olmayı sağlıyor.
– Şimdi yürüyor: TIN TIN TIN TIN
– Şimdi koşuyor: TINTINTINTIN
– Şimdi merdiven çıkıyor: TINNN TINNN TINNN
– TIRITINTINTIRIN TIN TINNN: Şimdi düştü!
Nasıl ama? Gerçekten güzel değil mi? Yani bence en azından çocukların düşmesini engelleyen o halat sisteminden daha yararlı. Dünyada hangi ana baba çocuğunun düşmesini, incinmesini ister ki? Onun canı bir acırsa, ebeveynininki bin acır elbet. Ancak düşmesini engellemek de pek o kadar iyi bir şey olmasa gerek. Düşmemek için dikkatli olmasını gerektiğini, düşünce hissedeceği acıyı bir kez deneyimlerse daha iyi anlamaz mı? Bu sistem, hem çocuğun kendi deneyimlerini oluşturması hem de ebeveynlerin endişelerini gidermesi açısından daha kullanışlı geldi bana… Ha evet, Şanghay gece manzarası gerçekten muhteşemdi… 🙂
Gündüz giderseniz de çok yakınındaki Şanghay Ulusal Müzesi’ni ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz. Dört katlı dev müzede, şehrin kısa tarihçesiyle birlikte Çin medeniyetinin özet anlatımını görmeniz mümkün. Yalnız güvenliğin el koyacağı çakmağınız şöyle güzel görünümlü bir şeyse, muhtemelen çıkışta geri alamama olasılığınıza da ufaktan değineyim, zaten ufak bir şey çakmak…

Şanghay’da seyahat etmenin en kolay yolu Hop-on Hop-off şehir gezisi otobüsleri. Üç farklı rotada ilerleyen bu otobüsler sayesinde şehrin en gözde turistik yerlerini ziyaret edebilirsiniz. Size verilen haritalardaki duraklara giderek yeni otobüsü beklemek için harcayacağınız süre, 20 dakikayı geçmiyor.
Hop-on Hop off otobüs güzergahımdaki ilk durağım Jing’an (Barış ve Huzur) Tapınağı’ydı. Bu tapınak, altın varaklı süslemeleriyle dışardan baktığınızda oldukça gösterişli bir yapı. Salon içinden salonlara açılan bir biçimde inşa edilmiş. Geniş bir alan üzerinde sıralanmış birkaç binadan oluşuyor. Tapınağı dışardan ilk kez gördüğümde “En az 2 saat gider burada!” diye düşünmüştüm ama tapınaktaki her alan turistlere açık değil.
Kapalı alanların aydınlatılmasında kullanılan ışıklandırma sistemi çok eski, bu alanları serinletmek için de etrafa kocaman vantilatörler koymuşlar. Önce “Yok artık! Şangay’daki en turistik yerlerden birinden bahsediyoruz! Soğutma sistemi bu mu?” desem de içimden, sonradan sevdim bu sistemi. Göreceğimi rahatlıkla gördüm, terlemeden gezimi de yaptım, daha ne isteyeyim? Tapınağın bulunduğu Jing’an Alanı, merkezi bir yer olup etrafta kahve molası verebileceğiniz güzel kafeler, parklar ve alışveriş mekanları da bulunmakta.
Yeşim Buda Tapınağı ise ikinci durağımdı. Buradaki, loş bir ışıkla aydınlatılmış odanın ortasında duran beyaz yeşim taşından yontulmuş Buda heykelinin benim için ayrı bir özelliği var. Şu zamana kadar gördüğüm heykellerin hiçbirinde daha önce bu ifadeyi görmemiştim. Gözleri bir şeyleri görmek için değil, görmemek için aşağıda bir yerlere yönelmiş sanki. Yüzündeki hafif tebessümde masumiyet, hüzün, erdem, inziva, kabullenmişlik, bilgelik, huzura dair ne varsa hissettiren bir ifade gizli.

Fotoğraf çekmek yasak olduğundan, hediyelik eşya bölümünden mutlaka ona ait bir resim almak istedim. Ancak baktığım resimlerin hiçbiri yine de o anda gördüğüm ifadeyi yeniden hissetmeme sebep olmadı. Genelde tam tersi olur. Bir şeyin resmini görüp çok beğenirsiniz, ama gerçeğini görünce resmin ifade ettiği o duyguyu bulamazsınız.
Bu arada Jing’an Tapınağı’na göre çok daha küçük olmasına rağmen, avlu etrafına dağılmış küçük salonlardan oluşan bir tapınak olduğundan, “Orada ne var, burada ne var?” diye gezinirken, yanlışlıkla rahiplerin lojmanına girdim. Belki de yabancıların da girmesinde bir sakınca görmüyorlardı, çünkü etrafta hiçbir uyarı tabelası göremedim.
Yu Bahçesi, Şangay’a gidip de görmeden dönemeyeceğiniz bir yer. 1559 yılında Ming Hanedanlığından vefalı bir oğul tarafından, yaşlılık dönemlerinde babasının rahat bir yaşam sürmesi için yaptırılmış. Defalarca miras yoluyla el değiştirmiş ve birkaç yerel girişimci sayesinde doğu bahçesi 1780 senesinde halka açılmış. Tarihi bir bölge olup etrafınızı saran eski binalar ve Çin fenerleri çekilen her fotoğrafta daha bir güzel çıkıyor.

Aynı zamanda Yu Bahçesi’nde havuzun hemen önünde tarihi bir mantıcı var. Gerek yerli gerek yabancı turistlerin önünde kuyruklar oluşturduğu bu dükkanın önünde “ne ola ki?” diyerekten 1 saat yağmur altında bekledim. Hayır, o kadar çaresiz değilim! Üzerimde otobüsten verilen yağmurluk da var. Yemekten ve mantıdan anlayan biri olmadığımdan, önyargı oluşturacak bir yorum yapmayayım. Kendi deneyimleriniz her zaman en güzelidir. Ama o kadar yağmur yemiş ve üşümüşken, üstüne üstlük Hop-on Hop-off bus’ın son hareket saatine kadar daha çok yer sığdıracağım diye yemek yememiş ve gerçekten açken, daha iyi hissetmem gerekirdi diye düşünüyorum. Aaa yelpaze var bir de… Çok güzel yelpazeler, her fiyattan her tarzdan, ister koleksiyonluk ister günlük kullanım için yelpaze cenneti Yu Bahçesi…
Dönüş yolculuğum tek kelimeyle hayatta kalma tekniklerini bilmeye dayanıyor. Otobüsün son hareket saatini kaçırdım. Durakta beklerken başında yırtık bir şapka ve altında şalvarımsı bir donla, çok yaşlı, yüzünde buruşmamış tek bir doku, ağzında çiğneyecek tek bir diş kalmamış bir teyze yanıma gelip para istedi. Mantıdan artan parayı verdim, işte o an olan oldu. Teyzenin klonları mı desem prototipleri mi desem daha iyi olur bilmem ki, nerden çıktıklarını bilemediğim 10 tanesi daha aynı gülen yüzle çevremi sardı. Artık bir taksi bulmanın zamanı gelmişti. Taksiciyle pazarlıkta anlaşamadım, sonunda istediği parayı vereceğimi söylememe rağmen kızdı bana, beni almadı. Ben de inadım inat, başladım yürümeye.
Hem kaldığım otele yakın olduğunu bildiğim hem de yönümü bulmamı sağlayan o uzun, ışıklı kule yönünde ilerledikçe; önüme yayaya kapalı yerler çıktığı için çizdiğim muazzam zikzaklarla otele ulaşmam 3 saatimi aldı. Bu sırada bir halk pazarını da görme fırsatı buldum, işte bu gerçekten güzel oldu. Yağmur çamur altında çektiğim sıkıntının en güzel ödülü olsa gerek, çok keyifli vakit geçirdim o pazarda.
Rüya göremeyecek kadar yorgundum aslında ama rüyamda Şanghay’ı gördüm, hem de hala orada olmama rağmen. Her şeyiyle güzel vakit geçirmemi sağlayan, hatırladıkça güldüğüm, güzel deneyimler yaşatan Şanghay’ı…