1. New York – Büyük Elma’nın büyüsü

Sonbaharda Kuzey Amerika içeriğimizin ilk durağı New York.
New York, nam-ı diğer Büyük Elma… Lakabın en yaygın kabul gören kökeni, 1920’lerde şehrin büyük yarış pistlerinde kazanılan ödüllere atfen kullanılması ve zamanla şehrin kendisinin ‘büyük ödül’ veya ‘arzu edilen yer’ olarak görülmesiyle popülerleşmesinden geliyor.
New York, bulutlara meydan okuyan gökdelenlerin arasında parlayan Central Park sayesinde de bu listemizin zirvesinde yer alıyor. Burası sadece yaprakların rengiyle değil, yarattığı atmosferle de özel. Ekim ve kasım aylarında parkta yapacağınız uzun yürüyüşler, sokaklarda yankılanan Cadılar Bayramı (Halloween) coşkusu ve semt pazarlarının (Farmer’s Markets) sunduğu kabak ve elma ağırlıklı kokular, bu dev şehre eşsiz bir sıcaklık katıyor. Parktan ayrıldıktan sonra Greenwich Village’ın tuğla kaplı, şık sokaklarında kaybolmayı unutmayın; buradaki her küçük kafe, sonbahar keyfiniz için mükemmel bir sığınak olacak.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Woody Allen’ın “Manhattan” filmi, New York’un karmaşık, entelektüel ve yer yer romantik ruhunu, özellikle sonbahar ve kış mevsimlerinin o kendine has atmosferi eşliğinde en iyi yansıtan bir klasik.
Gitmişken tatmadan dönme: New York sonbaharının simgesi; mevsimlik olarak çıkan kabak baharatlı latte (pumpkin spice latte) veya yerel elma bahçelerinden gelen taze elmalarla yapılmış sıcacık bir elmalı turta (apple pie) ve yanında eriyen bir top vanilyalı dondurmayı deneyebilirsiniz.
2. Québec City – Masallardan fırlamış tarih

Kanada’nın tarihi mücevheri, Québec City, sonbaharda adeta bir masal kitabının sayfalarından fırlamış gibi görünüyor. Vieux-Québec’in (Eski Şehir) Arnavut kaldırımlı taş sokakları, akçaağaç ağaçlarının kırmızı, turuncu ve sarının en çarpıcı tonlarına bürünmesiyle çevreleniyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki bu bölgede yürüyüş yaparken ayaklarınızın altındaki yaprakların hışırtısı size romantik bir melodi gibi eşlik edecek. Plains of Abraham parkında yapacağınız küçük bir piknik ise sonbahar manzarasının tadını çıkarmanın en huzurlu ve romantik yolu.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Yönetmen Denis Villeneuve’ün özellikle ilk dönem filmleri, Québec’in kuzey atmosferini ve büyüleyici manzaralarını sinematik bir derinlikle sunar. Ayrıca bölgenin zengin tarihi üzerine okumalar yaparak Fransız-Kanada kültürünün inceliklerini keşfedebilirsiniz.
Gitmişken tatmadan dönme: Kanada sonbaharının olmazsa olmazı: Sıcak akçaağaç şurubunun (Maple Syrup) kar üzerine dökülerek katılaştırılmasıyla yapılan geleneksel tatlı tire sur la neige (karda şekerleme) ile içinizi ısıtın.
3. Boston – Kırmızının her tonu

Amerika tarihinin en köklü ve önemli şehirlerinden biri olan Boston, sonbaharı kendine has bir renk paletiyle karşılıyor. Beacon Hill’in zarif, gaz lambalı sokakları ve ikonik kırmızı tuğlalı evleri, ağaçların kızıla dönen yapraklarıyla birleşince eşsiz bir fon oluşturuyor. Freedom Trail boyunca yapacağınız yürüyüşler, kartpostallarda görmeye alıştığınız o meşhur kareleri bizzat yaşama şansı veriyor. Bir yandan da Harvard ve MIT gibi kampüslerin genç ve enerjik atmosferi, serinleyen havaya inat şehri capcanlı tutuyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Ben Affleck’in yönettiği “Gone Baby Gone” gibi filmler, Boston’ın eski mahallelerinin kendine has kültürel kimliğini çarpıcı bir şekilde yansıtıyor.
Gitmişken tatmadan dönme: Bölgenin deniz ürünleri geleneğine uygun, sonbahar serinliğinde iç ısıtan bir kâse New England Clam Chowder (istiridye çorbası) tadın ve yanına geleneksel Boston ekmeğini istemeyi unutmayın.
4. Portland – Orman ve şehrin eşsiz buluşması

Portland, Amerika’nın Batı Kıyısı’nda sonbaharı en otantik şekilde yaşayan şehirlerden. Şehir merkezine sadece birkaç dakikalık mesafedeki devasa Forest Park, sonbahar yürüyüşleri için tam bir sığınak. Ancak asıl renk cümbüşü, şehrin farklı semtlerindeki (özellikle Hawthorne ve Alberta) tarihi ağaçların sunduğu yoğun renklerde gizli. Hafif bir sonbahar yağmuruna hazırlıklı olun, çünkü bu yağışlar şehrin o kendine has, huzurlu ve biraz da gotik havasını mükemmel şekilde tamamlıyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Portlandia dizisi, şehrin hipster, çevre dostu ve eksantrik kültürünü hicvederken, bu benzersiz yaşam tarzının arka planındaki Pasifik Kuzeybatı (Pacific Northwest) atmosferini başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Gitmişken tatmadan dönme: Portland, kaliteli kahve kültürüyle meşhur. Yerel bir pastaneden alacağınız mevsimlik meyveli turta (böğürtlen veya armut) ile şehirdeki filtre kahvelerden birini birleştirerek o anın tadını çıkarın.
5. Vancouver – Dağ, deniz ve akçaağaçların dansı

Vancouver, Pasifik Okyanusu’nun mavisini ve Kıyı Sıradağları’nın heybetini aynı anda sunabilen nadir şehirlerden. Özellikle Stanley Park’ta yapacağınız keyifli bir bisiklet turu sırasında göreceğiniz sarı ve turuncu akçaağaçlar nefes kesici. Şehrin iç bölgelerinde yer alan VanDusen Botanik Bahçesi, Japon Akçaağaçları’nın sayısız tonuyla sonbaharda adeta bir fotoğraf stüdyosuna dönüşüyor, makinenizi yanınızdan ayırmayın. Şehrin hemen dışındaki Capilano Asma Köprüsü civarındaki yemyeşil ormanlar da mutlaka görmeniz gereken yerler listenizde olsun.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Kanada’nın Batı Kıyısı’nın doğal güzelliklerini, dinginliğini ve huzurunu yansıtan Double Happiness gibi filmler, Vancouver’ın da içinde bulunduğu bu eşsiz coğrafyanın ruhunu hissetmenizi sağlayacak.
Gitmişken tatmadan dönme: Deniz kenarındaki bir kafede, taze yakalanmış somon ve diğer deniz ürünleriyle yapılan, Pasifik Kuzeybatı usulü zengin bir Chowder’ı mutlaka deneyimleyin.
6. Chicago – Göl manzaralı sonbahar melodisi

Büyük Göller bölgesinin incisi Chicago, Michigan Gölü’nün serin rüzgarlarıyla sonbahara “merhaba” diyor. Millennium Park ve Grant Park’ta yapacağınız gezintilerde, devasa gökdelenler fonunda parlayan sonbahar renklerini ölümsüzleştirebilirsiniz. Ayrıca bu mevsimde Chicago’nun ünlü tiyatro sezonu canlanır; zengin kültürel etkinlikler, serinleyen havayı unutturur. Tarihi mimari ile sonbaharda kızıllaşan sarmaşıkların birleştiği manzaralar ise şehre bambaşka bir derinlik katıyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: “Ferris Bueller’s Day Off” (Ferris Bueller’la Bir Gün) filmi, şehrin ikonik simgelerini, sanatını ve mimarisini eğlenceli ve nostaljik bir gençlik atmosferiyle izleyiciye sunan kült filmlerden.
Gitmişken tatmadan dönme: Soğuk havaya en iyi giden, Chicago’nun dünyaca ünlü, kalın hamurlu ve bol peynirli, doyurucu lezzeti: Deep Dish Pizza.
7. Asheville – Appalachian Dağları’nın kapısı

Appalachian Dağları’nın eteklerine kurulmuş olan Asheville, şehir hayatı ile doğa dengesini mükemmel kuruyor. Şehir merkezinde butik sanat galerileri ve el sanatları dükkanları bolca bulunsa da asıl çekicilik hemen yanı başındaki Blue Ridge Parkway’e kolay erişim sağlaması. Bu ünlü manzaralı yolda yapacağınız kısacık bir sürüş bile Kuzey Amerika’nın en yoğun sonbahar renklerine şahit olmanız için yeterli. Görkemiyle ünlü Biltmore Estate çevresini de mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Şehrin hemen dışındaki Appalachian kültürüne ve yaşam tarzına odaklanan “O Brother, Where Art Thou?” ve “Winter’s Bone” gibi filmler, bölgenin kendine has, mistik doğasını ve köklü müzik geleneğini anlamanız için harika bir kaynak.
Gitmişken tatmadan dönme: Bölgeye özgü lezzetlerden, sıcacık ve doyurucu bir güney klasiği olan Biscuits and Gravy (Bisküvi ve Et Sosu) ya da iştah açıcı güney usulü barbekü (BBQ) deneyin.
8. Denver – Kayaçlı dağların altın dokunuşu

Denver, görkemli Kayaçlı Dağlar’ın (Rocky Mountains) muhteşem sonbahar manzaralarına açılan bir kapı. Şehir merkezindeki renkler sınırlı kalsa da asıl sihir Denver’dan kısa bir sürüş mesafesindeki dağlık alanlarda başlıyor. Bu bölgede yaprakları sarıya dönen titrek kavak ağaçları, dağların koyu yeşil çamları arasında adeta altın şeritler gibi parlar; bu manzarayı başka yerde bulamazsınız. Dağlardan şehre döndüğünüzde ise hareketli kafeler, butikler ve dinamik bir şehir ruhu sizi bekliyor.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Batı’nın özgür ruhunu ve dağ yaşamının sertliğini yansıtan, bölgeyi konu alan “Catch and Release” ve “About Schmidt” gibi filmler, Denver’ın ve Colorado’nun hem şehirli hem de vahşi doğaya yakın karakterini anlamanıza yardımcı olacak.
Gitmişken tatmadan dönme: Colorado’da sığır eti meşhurdur. Yerel bir restoranda Colorado kuzu veya sığır etiyle yapılan zengin, baharatlı ve doyurucu bir chili (acılı güveç) tadın.
9. Montréal – Festival ve renk harmonisi

Québec City gibi Montréal de Kanadalı kimliğini en iyi şekilde sonbaharda yansıtır, ancak buranın atmosferi daha kozmopolit ve dinamik. Mount Royal Park’a tırmanarak hem şehrin panoramik manzarasını hem de parkın zengin sonbahar paletini ayaklarınızın altına serilmiş olarak görebilirsiniz. Şehrin Avrupa etkileşimli zarif mimarisi, kızıl ve sarı renklerle birleşince görsel bir şölen sunar.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Genç ve yaratıcı sinemacıların Montréal’i anlatan “C.R.A.Z.Y. “ gibi bağımsız filmleri; şehrin çok dilli, dinamik ve sanatsal ruhunu keşfetmek için harika birer rehber.
Gitmişken tatmadan dönme: Montréal’e özgü ve dünya çapında meşhur olan, elle açılan ve odun fırınında pişirilen geleneksel Montréal usulü simiti (Bagel) ve üzerine et suyu ve peynir eklenen klasik sokak lezzeti Poutine’i mutlaka deneyin.
10. Savannah – Güneyin huzurlu sonbaharı

Savannah’ın nemli ve sıcak yazları, yerini ekim ve kasım aylarında yumuşak ve ideal bir sonbahar serinliğine bırakır. Şehrin ünlü meydanlarındaki (Squares) İspanyol Yosunları’yla kaplı yaşlı meşe ağaçları, sonbahar güneşi altında altın ve kahverengi tonlarda parlar. Bu sakin tempolu, zarif güney şehrinde sonbahar, bir fincan sıcak kahve eşliğinde huzurun ve sükûnetin tadını çıkarmak demek.
Şehrin ruhunu yakalamak için: Savannah’ın gotik, mistik ve biraz da gizemli atmosferini en iyi yansıtan kitap ve film uyarlaması: “Midnight in the Garden of Good and Evil” (İyilik ve Kötülük Bahçesinde Gece Yarısı).
Gitmişken tatmadan dönme: Güney mutfağının en rahatlatıcı lezzetlerinden biri olan, karides, baharat ve mısır unu bazlı bir güney klasiği olan Shrimp and Grits (Karides ve Mısır Unu Lapası) tadın.


