Uçağımız Marco Polo Havalimanı’na alçaldıkça bizim de Venedik hakkındaki merakımız daha da bir alevleniyor. Havalimanına sular üzerinden alçalarak iniyoruz; kanallar şehrinden daha farklı bir ‘merhaba’ da beklenemezdi tabi ki! Bagajımı aldıktan sonra, havalimanının hemen yanındaki vapurların çalıştığı iskeleye doğru yürüyorum. Bu kadar şehir gezmeme rağmen ilk kez havalimanından şehir merkezine vapur ile gideceğim.
Kısa bir bekleyişten sonra küçük vapurumuz iskeleye yanaşıyor ve ufak bir turist grubuyla San Marco Meydanı’na gitmek üzere tekneye yerleşiyorum. Önce San Marco Meydanı’na yaklaştığımızın habercisi Çan Kulesi, karaya yaklaştıkça da tüm ihtişamı ile San Marco Meydanı kendini göstermeye başlıyor.
Teknemiz kıyıya yanaşır yanaşmaz, eşyalarımı bırakmak ve bir an önce kendimi bu şehrin sokaklarına atmak için hızlı adımlarla otelin yolunu tutuyorum. Giriş işlemlerimi tamamladıktan sonra artık özgür bir ruhum… Venedik beni bekliyor!

Gözlerim önce dar sokaklarda hayranlıkla evleri ve caddeleri seyrederek dolaşan turistlere takılıyor. Sanki bir film platosunda gibi hissediyorum kendimi. İzlediğim filmler ve okuduğum kitaplardaki mistik etki, bu şehrin havasını soluduğumda yeniden hücrelerimde dolaşmaya başlıyor. Venedik’in kalbi San Marco Meydanı’na doğru ilerlerken şehrin bu dar sokaklarının beni kendine çektiğini hissediyorum. Kanallara yansıyan rengarenk ev siluetleri, sahiplerini bekleyen park halindeki gondollar… Kendimi aralıksız fotoğraf makinemim deklanşörüne basarken buluyorum. Hiçbir anı, hiçbir rengin yansımasını kaçırmak istemiyorum. Yürüdüğüm caddenin köşesini döndüğümde muhteşem San Marco Bazilikası ile göz göze geliyoruz.
San Marco Meydanı’ndaki ünlü yapılar
San Marco Bazilikası (Basilica di San Marco)

Venedik’in koruyucusu olarak seçilmiş San Marco’ya adanan bu kilise, San Marco Meydanı’nın bir ucunda yer alır. Rivayete göre, dört İncil’den birini yazan San Marco Venedik’te huzur bulacağıyla ilgili bir rüya görür ve Mısır’da son nefesini verdikten sonra İskenderiye’ye defnedilir. San Marco’yu huzur bulacağına inandığı yere, yani Venedik’e getirmek isteyen birkaç tüccar, kendisine ait olduğu sanılan bazı eşyaları kaçırarak Venedik’e getirir. Aziz olarak anılan Marco’nun Venedik’in koruyucu seçilmesi üzerine, 832 yılında adının verileceği kilisenin yapımına başlanır ve 883 yılında tamamlanır. Ancak 976 yılında Dükler Sarayı’nda çıkan yangından nasibini alarak büyük oranda zarar görür. 1000 yılında yeniden yapılmaya başlanan kilise o zamanki Dük Domenico Contarini tarafından beğenilmez ve 1063’te yeniden el atılır. Sonunda 1073 yılında son çizgilerini taşıyacak haline kavuşur.
“Altın Bazilika” olarak da anılmasının sebebi sahip olduğu altın sarısı renkteki işlemelerinden kaynaklanmaktadır. Bazilikanın tepesinde yer alan ve “mahşerin dört atlısı” olarak da adlandırılan 4 adet bronz at heykelinin orijinalleri bazilika içinde yer alan Marciano Müzesi’nde sergilenmektedir. Bazilika ile aynı saatte hizmet veren Marciano Müzesi’nde, geçmişte Venedik’e getirilen kıymetli sanat eserlerini de bulabilirsiniz. Bazilikanın dikkat çekici bir başka özelliği de, girişin sağında kalan bölümde yer alan Osmanlı figürleridir. Küçük bir uyarı: Bazilikaya sırt çantası ile girilemiyor. Girişte bir saat için çantanızı emanete bırakabilirsiniz.
Bazilikadan ayrıldıktan sonra hemen yanındaki Dükler Sarayı dikkatinizi cezbedecek.
Dükler Sarayı (Palazzo Ducale)
Yaklaşık 900 yıl boyunca Venedik Cumhuriyeti’nin merkezi olarak kullanılmıştır. Birçok büyük ve gösterişli odalardan oluşan saray, size gezerken az da olsa düklerin yaşadığı lüks hayat konusunda fikirler verecektir. Yıllar içinde saray odaları geçici sergi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Binanın kapıları, altın tozu ile süslenmiş merdivenleri, resim koleksiyonlarının bulunduğu geniş odaları ve birçok etkileyici güzelliği ile size doyumsuz bir ziyafet sunacaktır.
Çan Kulesi (Campanile di San Marco)

Venedik’in sembolü ve en yüksek yapısı durumundaki kule San Marco Meydanı’nın köşesinde bulunur. Tepesi muhteşem bir Venedik manzarası ile sizi karşılar. Asansörle en tepe noktasına çıkabildiğiniz bu çan kulesi, orijinal binanın kendisi değildir! Nasıl mı? Yapımı 1549 yılında tamamlanan orijinal kule, yıllar içinde yangın ve doğal nedenlerden dolayı tahrip olmuş; bunu bilen Venedik halkı da yıkılmasından korktuğu bu kuleye yaklaşmaktan imtina etmiştir. Gerçekten de halkın korktuğu durum 14 Temmuz 1902 yılında yaşanır. Hasarlı kule saat sabah 09.45’te San Marco Meydanı’na doğru çöker. Tesadüf üzerine bir kedi dışında hayatını kaybeden olmaz. Orijinal kulenin yerine yenisi 25 Nisan 1912 de yapılarak hizmete açılır.
Kule yıkılmadan önce sahip olduğu 5 çanın her birinin ayrı bir anlamı vardır. Günümüze kadar ulaşan tek çan olan “Marangona” günde iki kez çalar ve mesai saatlerinin başlayıp bittiğini haber verir. “Trottiera” büyük konseyi toplantıya çağırmak için; “Renghiera ya da Maleficio” infaz yapılacağını duyurmak için; “Mezza Terza” senatonun toplanacağını bildirmek için; “Nona” ise günün yarısında öğle vaktinin geldiğini haber vermek için çalınan çanlar olmuştur.
Kule hakkında merakımı cezbeden bir başka bilgi de, Galileo’nun 21 Ağustos 1609 tarihinde ilk kez teleskobunu senatoya bu kulede takdim etmesidir.
Ve Çan Kulesi’ni arkamızda bıraktığımızda bir başka kule karşılar bizi: Saat Kulesi!
Saat Kulesi (Torre Dell’Orologio)

Tepesinde yer alan terasta bulunan iki bronz heykelin elindeki çekiçlerle her saat başı çana vurdukları saat kulesi, Venediklilere saati hatırlatır. Bahsettiğim iki bronz figürden biri genç, bir diğeri de daha yaşlı bir erkekten oluşur ve rivayete göre bunlar zamanın akıp gittiğini ifade etmek için yapılmışlardır.
Kulede bulunan zodyak saat Romen ve Arap rakamları ile saati gösterir. Saatin 500 yıldır çalıştığı söylenir. Yılda iki kez 6 Ocak’ta ve İsa’nın göğe çıkış kutlamalarının yapıldığı gün, üç sihirbaz figürü ve trompet çalan bir melek, saatin bir üst katında bulunan Meryem ve İsa heykelini selamlayarak önünden geçer ve diğer kapıdan yeniden kaybolurlar.
Venedik kanallardan oluşması sebebiyle birçok irili ufaklı köprüye de ev sahipliği yapmaktadır.
Venedik’in en ünlü köprüleri
Ahlar Köprüsü (Ponte dei Sospiri)
Dükler Sarayı’nın hemen arkasında yer alan köprü, etrafının çevrili olması ile diğer köprülerden ilk bakışta ayrılır zaten. Beyaz kireç taşından yapılan köprünün sahip olduğu pencereleri taştan ızgaralarla kaplıdır. Rivayete göre mahkumlar mahkeme sonrası suçlu bulunurlarsa, hücrelerine bu köprüden götürülürmüş. Şehrin havasını içlerini çekip, kalın taş mazgallardan az da olsa son kez Venedik’i görebilecekleri yer bu köprü olduğundan, mahkumlar adımlarını atarken ah çekermiş. Rivayet budur ki, köprü adını bu şekilde almış.
Hapishane ile ilgili bir şehir efsanesi de, bu hapishaneden kimsenin kaçamamış olmasıdır. Ancak bu hapishanenin misafirlerinden yakışıklı ve çapkınlığı ile meşhur Kazanova’nın, Düklerden birinin eşini baştan çıkartarak kaçmasıyla hapishanenin bu ünü de sona ermiştir. Anlatılan o ki, anılan olaydan sonra da hapishane kapatılmıştır.
Rialto Köprüsü (Ponte di Rialto)

Venedik’in sembollerinden ve en güzel yapılarından biri de bu köprüdür. “Büyük Kanal” üzerindeki 4 köprünün en eskisi ve en ünlüsüdür. Eskiden savaş gemilerinin altından geçebilmesi için inşa edilen köprü günümüzde birçok mağazaya ev sahipliği yapmakta ve turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir.
Venedik’te görmeye değer diğer yerler de adalardır, çeşitli turlar ile aynı gün bu üç adayı da görmeniz mümkün. Tura katılmak istemezseniz küçük teknelerle buralara ulaşabilirsiniz.
Venedik’in adaları
Murano Adası

Venedik maskeleri ne kadar ünlüyse, cam eşyaları da bir o kadar ünlüdür diyebiliriz. Bunun için Murano Adası’ndaki cam atölyelerine bir göz atmanızı öneririm. Evinize dönerken zarif cam işçiliğinden bir örnek götürmek istemiyorsanız ya da cam işçiliği size bir şey ifade etmiyorsa bu ada size göre bir yer değil demektir. Önceliklerinize göre zamanınızı iyi ayarlamanızın seyahatinizde size faydası büyük olacaktır.
Lido Adası

Venedik’in sayfiye adası. Lido’dan Venedik’in çok güzel görüntülerini yakalayabilirsiniz. Aynı zamanda ada, Venedik’in turist kalabalığından kaçanlar için de idealdir. Aristokrat bir görünümü olduğunu düşündüğüm Lido’da, ağustosun son haftası ile eylülün ilk haftası arasında uluslararası film festivali yapılmaktadır. Casino Royal, İngiliz Hasta gibi dünyaca ünlü filmlerin bazı sahneleri bu adada çekilmiştir.
Lido ayrıca plaj tatili için gelen özellikle yerli turistlere de ev sahipliği yapmaktadır.
Burano Adası
“Keşke turla gelmeyip, zaman kısıtlamasına takılmasaydım” dediğim, bu 3 ada içinde bende en fazla etki bırakan yerdir. Rengarenk boyanmış evleri ile karşılaştığınız anda sizi kalbinizden vurur. Evlerin bu kadar rengarenk olmasının sebebi de sizi gülümsetecektir. Bir balıkçı adası olan Burano’da balıkçılar eve geç saatte sarhoş halde gittiklerinde evlerini bulamaz ve farklı evlere giderlermiş. Balıkçıların eşleri de çözümü evleri dikkat çekici farklı renklerde boyayarak bulmuş. Bu da yıllar içinde bir gelenek olarak kalmış, hatta balıkçılar kayıklarını da farklı renklerde boyamaya başlayarak adaya daha da farklı bir hava katmışlar.
Burano Adası dantel işçiliği ile de ünlüdür; birçok dükkanda el sanatlarını konuşturarak dantel işleyen yaşlı bayanlar görebilirsiniz.
Ufak tavsiyeler;
Venedik yağmur mevsiminde çok yağmur alan bir yerdir ve birçok önemli yer (özellikle San Marco Meydanı) sular altında kalır. Bundan dolayı seyahat edeceğiniz zamanı mümkün olduğunca yağmur aylarına denk getirmeyin.
Venedik’in merkezi ve en popüler yeri olan San Marco Meydanı’ndan uzaklaştıkça daha ucuz yiyip – içebileceğinizi ve alışveriş yapabileceğiniz unutmayın! Buna konaklama da dahil.
Cam ve dantel almak istiyorsanız daha önce de bahsettiğim gibi, Murano ve Burano adalarına uğrayın.
Şehrin romantik sokaklarında kaybolmadan kendi Venedik’inizi keşfetmeniz mümkün değildir! Kaybolmaktan korkmayın; merak etmeyin, Venedik’te her yol bir şekilde sizi San Marco Meydanı’na çıkartır.