Malmö’yü yakından tanıyoruz!

İsveç’in güney sahilinde, Skane Bölgesi’nde bulunan bir liman kenti olan Malmö, İsveç şehri olmadan önce uzun yıllar Danimarka’nın en büyük ikinci kenti olarak kaldı. ‘’Kum yığını’’ anlamına gelen ‘’Malmhaug’’,1658’de Roskilde Anlaşması ile Skane Bölgesi ile İsveç topraklarına katıldı.
Yüzyılı aşkın bir süre boyunca Danimarka’nın bir parçası olarak kalan İsveç’te, Malmö şehri Danimarka’ya uzanan bir köprü görevindeydi. Yakın tarihe kadar değişen hava koşullarına bağlı olarak yalnızca feribot ve İsveç’in belli şehirlerinden ‘’Malmö Strup Havalimanı’na kalkan sayılı uçakla ulaşımın sağlandığı şehrin kaderini ve sosyal dinamiğini 1995 yılında yapımına başlanan o ikonik ‘’Öresund Köprüsü” değiştirdi. Dünyanın en büyük kablolu köprüsü unvanına sahip köprü, öyküsüyle ‘’National Geographic Mega Yapılar’’ adlı belgesele de konu olmuş.
Resmi olarak hizmete girmeye başlaması ile 1 Temmuz 2000’de köprünün tam ortasında yani Danimarka ve İsveç sınırında oldu. Günümüzde de köprüyü geçtiğinizde hangi ülkeye girdiğinizi gösteren tabela mevcut. Ayrıca bu tarihten sonra bu iki şehrin kaderi, özellikle de Malmö’nün hikâyesi tamamen değişiyor.
Malmö’nün değişen hikâyesi
Bir Charles Dickens romanı başlığını anımsatırcasına “iki şehrin insanlarının hikâyesine” tanık olacağız. Öyle ki Malmö’nün Kopenhag’a göre daha ucuz ve vergilerinin daha düşük olmasından dolayı, Kopenhag’ın hayat pahalılığından kaçan ya da Malmö’ye göre daha fazla maaş almak isteyen birçok insan, Kopenhag’da çalışıp Malmö’de yaşıyor. Zira aylık alınan Öresund Kart ile her gün bu köprü geçilebiliyor. Bu köprü, bir şehirdeki iş ihtiyacına çözüm bulurken diğer şehrin ekonomisine ise katkı sağlıyor. Gerçek hayatta ise sosyal bir halat görevi görüyor. Ancak biz bu köprüyü daha çok popüler kültür etkisiyle tanıyoruz.
2011-2018 yılları arasında yayınlanan ve 100’den fazla ülkede gösterime giren Danimarka-İsveç ortak yapımı ‘’Bron/Broen’’ ya da “The Bridge’’ olarak bilinen polisiye-gizem dizisi adeta bu şehri İskandinavya’dan çıkarıp dünyaya tanıttı. Dizi evrensel sorunları gerçekçi İskandinav bakış açısıyla anlatmakla kalmayıp Kopenhag ve Malmö şehirlerinin panoramik manzaralarıyla izleyenleri bambaşka dünyalara götürüyor. Kuzeyin derin sessizliğinin ardında olanları görmek ve de manzaraya doymak için Malmö’ye gitmeden önce izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Malmö’de keşfedilecek yerler

Şehre vardığımızda bir yandan Orta Çağ’dan kalma meydanları ile kendinizi gizli bir tarih sayfasında bulurken; Turning Torso ve ötesinde Öresund daha da ötesinde de Kopenhag silueti size bambaşka bir perspektif kazandırıyor. Hala ikonik mimarisi ve Malmö’nün en yüksek binası olma özelliğine sahip Turning Torso, beraberinde sizi Daniaparken’a da götürüyor. Burada, deniz kenarında yürüyüş yapabilir hem de Oresund manzarası ile şehrin değişimine tanıklık edebilirsiniz. Sadece Daniaparken’da günbatımını izlemek bile size birçok konuda ilham olacaktır. Ayrıca not düşeyim, şehirdeki birçok yer yürüme mesafesinde! Bunu şehrin en güzel parklarından biri olan Kungsparken’ı gezerken anlayacaksınız.
Şehirde ulaşım için diğer bir alternatif ise bir kuzey klasiği olan bisiklet! Yıllardır en çevreci ülkeler listesinin başında olan İsveç, bunu bir zorunluluk olarak değil de bir yaşam stili haline getiriyor. Ayrıca bir not da eklemek isterim ki, Kopenhag-Malmö arası aldığınız tren biletini Malmö şehir içi ulaşımında kullanabiliyorsunuz. Seçim sizin.
Malmö’de zamanda yolculuk

Bu şehrin zaman yolculuğunda daha eskiye gitmek isterseniz şüphesiz hala etrafı sularla çevrili olan İskandinavya’nın Rönesans kalesi sayılan Malmöhus ya da Malmö Kalesi’ne gitmeniz gerekiyor. Kaleyi gezebilir, hala ziyaretçiye açık olan muhteşem müze ve sergileri keşfedebilirsiniz. Özellikle Bizans konulu eserlere bakmanızı tavsiye ederim. Bunun yanı sıra kaleyi çevreleyen Slottsparken’da gezebilir, elinizde “Fika” ritüeliyle yeşilin keyfini çıkarabilirsiniz. Fika’dan söz etmişken es geçmek olmaz. Tam çevirisi olmasa da en basit anlamıyla “kısa kahve molası” demek. Ancak İsveçlilere göre bir kahve molasından daha fazlası. Hem iş hem de sosyal hayata uyarlanan taze kahve ve ev yapımı tatlı, çöreklerle sevdiğiniz insanlarla ya da kendinizle kısa da olsa geçireceğiniz samimi ve kaliteli zaman. Bunu mekân olarak hissedebileceğiniz yer ise kesinlikle geç Orta Çağ kasabasının günümüze restore edilmiş hali olan “Lillatorg”. Eski Malmö’yü daha fazla hissetmek isterseniz Prottningtorget ve aşağı Adelgotan’a uğramak bu yolda size rehberlik edecektir.
Malmö’de ne yenir?

Şehirde sadece “Fika” tarzı kafeler değil, İskandinav ve İtalyan mutfağına dair birçok yer göreceğinizi de belirteyim. Bir de Malmö’deki yoğun göçmen nüfus mutfağa da yansıdığından buraya ‘’falafel şehri’’ dendiğini de duyabilirsiniz. Arstiderna’da İskandinav lezzetlerini, Piccolo Mondo’nun eski bir kütüphaneyi andıran tasarımında İtalyan lezzetlerini tatmanızı tavsiye ederim. Ayrıca şehirde birçok deniz ürünü bulabileceğiniz yer de mevcut. Coffee Factory’de ise samimi bir ortamda sevdiklerinizle kahve ve tatlın eşliğinde güzel vakit geçirebilirsiniz. Tatlı olarak Danimarkalıların ‘’Kanelsnegle’’ İsveçlilerin ise ‘’Kanelbullar’’ dediği tarçınlı çöreği deneyip hangisinin daha iyi olduğuna siz karar verin! Açıkçası ben hala Coffee Factory’de manzaraya karşı geçirdiğimiz kahve molasını ve tatlının tadını unutamıyorum. Unutmamak gerekir zaten! Çünkü mekanlarla ve kişilerle özdeşmiş tatlar yıllar sonra dahi beynin özel bir yeteneğiyle hemen hatırlanıyor.
Malmö’ye nasıl gidilir?
Türk Hava Yolları’nın günde 3 kez tarifeli sefer düzenlediği Kopenhag Kastrup Havalimanı’na ortalama 3 saatlik bir yolculuk sonrası ulaşabilirsiniz. Burada, ‘’CPH Lufthavn’’ istasyonundan 20 dakikada bir kalkan Malmö treniyle ortalama 30-35 dakikalık bir sürede Öresund Köprüsü’nü geçerek Malmö’ye varılabilir. Zaman zaman köprüde pasaport kontrolleri de yapılıyor. Bu yüzden gecikmelere karşı hazırlıklı olmak gerektiğini belirtmekte fayda var.
Dönüş yolu…
Eve dönüş yolunda yine Öresund’u geçerken köprünün diğer ucundaki güzel Kopenhag’a varıyoruz. Burada Bron/Broen dizisinin Choir of Young Believers’ın seslendirdiği ancak Danimarka Senfoni Orkestrasının da muhteşem bir yorum kattığı o ikonik jenerik parçası ‘’Hollow Talk’tan bir söz akla geliyor: “And everything goes back to the beginning…”