Yaklaşık 150 yıl boyunca İngiliz sömürgesi olduğu için alışkanlıkları, mekanları İngiliz tarzında, ağırlık ve ölçü birimleri İngilizler gibi, trafik de İngiltere’deki gibi soldan akıyor. 1997’de İngilizlerin özgürlüklerini bırakmaları ile iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Çin’e bağımlı özerk idari bir yönetime sahip olmuş. Yani hem şehir, hem ülke olan ender yerlerden Hong Kong…
Eskiden tehlikeli bir yer gibi bilinse de günümüzde (sanırım Çin’e bağlı olduğundan) katı kanunları ve bu kanunlara uyan eğitimli insanları ile hayatın çok düzenli işlediği dünyanın en güvenli yerlerinden birisi haline gelmiş. İnsanlar suç işlemekten çok korkuyorlar; bu yüzden hırsızlık, gasp gibi suçların oranı çok düşmüş.
Çin’den çok farklı olarak şimdiki gelir düzeyleri oldukça yüksek. Şehirde yeme-içme ucuz, ancak oteller oldukça pahalı. Nüfus yüzölçümüne göre oldukça kalabalık olduğundan, kalacak bir yer bulmak çok masraflı bir olay haline gelmiş. Binaların çoğu gökdelen, bu gökdelenler aynı zamanda yerin altında da katlara sahipler. İnsanlar genellikle 1 odalı, sadece gerekli ihtiyaçların karşılanabileceği büyüklükte, stüdyo tipi dairelerde yaşıyor. O küçücük dairelerin kiraları bile tahmin edileceği üzere astronomik fiyatlarda… Bu dairelerde genelde mutfak olmadığı için insanlar yemeklerini dışarıda yemek zorunda. Bu yüzden de sokaklar restoranlarla dolu ve yemekler ucuz.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce Hong Kong’a ilk gittiğimde çok etkilenmiştim. O zaman bu kadar modern ve gelişmiş bir yer ile karşılaşmayı beklemiyordum. Amerika’dan farkı olmayan gökdelenleri ve batılı yaşam tarzı ile beni çok şaşırtmıştı. Hong Kong’a bugüne kadar değişik zamanlarda 3 kere gitme fırsatım oldu. Sonuncu ziyaretim 2013 Aralık ayındaydı. İlk ve son ziyaretlerim arasındaki en belirgin fark şuydu: Hong Kong ilk gidişimde oldukça ucuz bir şehirken, son gidişimde aynı standartlarda bir tatil için oldukça pahalı bir yer haline dönüşmüştü. Şu an dünyanın en pahalı şehirlerinden biri Hong Kong. Yine de çok çeşitli ve farklı standartlar bir arada -ki bu yönüyle her bütçeye uygun bir şeyler bulunabilen bir yer aslında.
Hong Kong yaklaşık 260 küçük adacık ve bir yarım adadan oluşmuş bir ülke. En büyük yerleşim bölgeleri Tsim Sha Tsui, Kowloon, Wan Chai, Central ve Büyük Buda heykelinin yer aldığı Lantau Adası. Rahat gezebilmek için kalabileceğiniz en merkezi yerler de bu yerleşim bölgelerinden ilk dördü.

Havalimanı (Chek Lap Kok) eskiden yarım ada üzerindeyken uçakların iniş kalkışları sırasında neredeyse evlerin arasından geçmesi üzerine IATA kuralları gereği 1997 yılında şehrin dışında bir adaya kurulmuş. Havalimanından şehir merkezine metro ile ya da dışarıdaki duraklardan otobüsler ile ulaşmanız çok kolay.
Hong Kong’u İstanbul gibi düşünün; denizin bir boğaz yaparak 2 yakaya ayırdığı bir şehir, bir tarafında Tsim Sha Tsui ve Kowloon, karşı yakasında Central ve Wan Chai bölgeleri yer alıyor. Her 2 yaka arasında devamlı çalışan feribotlar ve tipik yerel tekneler var, ayrıca denizin altından metro ile ulaşım imkanı da mevcut. Burada ulaşım genellikle feribot, metro ve ‘light buses’ dedikleri minibüslerle gerçekleşiyor. Taksiler biraz pahalı ve her yerden binemiyorsunuz, sadece duraklarından yolcu alıyorlar.
Kowloon Yarımadası’nın turistik ve merkezi semtleri Tsim Sha Tsui ve Mong Kok, Yau Tsim Mong ilçesinde yer alıyor. Şehrin en uzun ve geniş caddesi Nathan Road bu bölgeden geçiyor. Cadde üzerinde mağazalar, restoranlar, eğlence yerleri, alışveriş merkezleri, oteller, hosteller bulunuyor. Bu mekanlara ait ışıklı kocaman tabelalar caddenin ortalarına kadar uzanıyor, gece rengarenk ve ışıl ışıl.

Dünyanın en kalabalık semti olan Mong Kok Nathan Road’un üst kısmında kalıyor. Mong Kok’ta her akşam Ladies Market denilen ve sokaklar boyunca uzanan kocaman bir açık pazar kuruluyor. Adının “Kadınlar Pazarı” olmasına aldanmayın; kıyafet, çanta, ayakkabı, küçük hediyelikler, elektronik, takı, saat vs. herkese göre birçok şeyin satıldığı, uygun fiyatlara çeşitli hediyelikler bulabileceğiniz, gece yarısına kadar açık büyük bir pazaryeri burası. Sokakları tek tek gezmeniz saatler alabilir zamanınızı ona göre değerlendirin derim. 🙂 Mong Kok’a Tsim Sha Tsui’den metro ile de kolayca ulaşılabiliyor. Nathan Road üzerinden de yürüyebilirsiniz, ancak oldukça uzun bir yol yürümeniz gerekir ki orada gezeceğiniz sokakları da düşünürseniz enerjinizi tasarruflu kullanmanız akıllıca olacaktır.
Nathan Road üzerindeki, vaktiyle Hintli Müslümanlar için yapılan Kowloon Camisi ve İslam Merkezi’ni görebilir; hemen yanında yer alan, içinde flamingoların yer aldığı küçük bir göleti bulunan Kowloon Park’ı da gezebilirsiniz. Ayrıca, gece alışverişini sevenler için Nathan Road üzerinde Temple Street Night Market var. Bu açık pazar gece 22.00’dan, sabah 04.00’a kadar açık. Pazarlık yapmayı unutmayın!
Tsim Sha Tsui bölgesine inersek; sahile inerken yol üzerinde İngilizlerden kalma eski bir otel olan Peninsula Hotel hala görkemli, bahçesindeki Rolls Royce koleksiyonunu gezebilirsiniz. Victoria Harbour olarak adı geçen sahilde feribot iskelelerinin hemen arkasında İngilizlerden kalma tarihi Saat Kulesi buranın sembolü haline gelmiş. Saatin arkasında ise ilginç mimarisiyle dikkati çeken Sanat Müzesi (Museum of Art) ve yarım yumurtaya benzeyen mimarisiyle Uzay Müzesi (Space Museum) yer alıyor. Hong Kong’a çocuklarınızla gittiyseniz Uzay Müzesi’ni özellikle tavsiye ederim, uzay hakkında öğretici öğelerle dolu bir yer. Biraz daha ileride de Tarih Müzesi’ni (Museum of History) görebilirsiniz.
Sahilde bir yürüyüş yaparsanız Hollywood’dakine benzer bir starlar geçidi olan Avenue of Stars’tan geçeceksiniz. Yerlerde yıldızlar içinde bugüne kadar gelmiş geçmiş Hong Konglu tüm meşhurların isimleri ve el izleri yer alıyor. Tabii ki bunlar içinde Bruce Lee, Jackie Chan ve Jet Li en önemlileri. Bruce Lee’nin sahilde bir heykeli de var, herkes heykelle fotoğraf çektirmek için sıraya giriyor. Özellikle fotoğraf çekilen insanların dövüş figürleriyle poz vermesini izlemek hayli eğlenceli. 🙂
Ayrıca; her akşam saat 20.00’da başlayan ve 10 dakika kadar süren “Symphony of Lights” denilen şovu mutlaka buradan izlemelisiniz. Boğazın her 2 yakasındaki gökdelenler müzik eşliğinde lazer ışık oyunları yapıyor, adeta dans ediyorlar, muhteşem bir görsel şölen! Önemli günlerde yapılan kutlamalarda genellikle havai fişekler, su üzerinde ateş ve ışık oyunları gibi etkinlikler olduğunda, Tsim Sha Tsui sahilinden izleniyor. Özellikle Çin yeni yılı kutlamalarında burası hem sahildeki etkinlikleri, hem de sokaklardaki ejderha dansı gösterileri ile çok hareketli, renkli ve popüler bir bölge.
Nathan Road üzerinde özellikle gitmenizi tavsiye edebileceğim restoranların başında Wood House pasajının alt katındaki “Jika Udon” adlı Japon restoranı geliyor. Japonların Udon makarnalarıyla yaptıkları deniz ürünlü ya da tavuklu, biftekli yemekleri ve çorbaları tam bizim ağız tadımıza uygun. Aynı pasaj içinde, Jika Udon’un tam karşısında, samimi bir ortam sunan, enteresan bir tatlıcı da var. İnsanlar ayakkabılarını çıkarıp yer masalarına oturuyor ve jölelerden yapılmış tatlılar yiyor. Çinliler tatlı olarak jöle çeşitlerini çok seviyorlar.
Ayrıca “Spagetti House” adlı pizza, makarna, biftek içerikli menüsü ile bir İtalyan restoran zinciri var. Nathan Road’da birkaç tane görebilirsiniz. Bu restoranda da çekinmeden karnınızı doyurabilirsiniz. Bir Çin yemeği denemek istiyorsanız meşhur Pekin ördeği için tam yerindesiniz. Karidesli veya sebze içerikli buharda pişmiş mantıları dumpling ve Uzakdoğu’ya özgü bir makarna çeşidi olan noodle’yi de (deniz ürünü seviyorsanız özellikle seafood noodle) tavsiye edebilirim. Ancak yılan balığına dikkat, tadından hoşlanmayabilirsiniz. 🙂

For those who want to try unusual things then I recommend the turtle restaurant. Usually right when you walk into this restaurant you see massive turtles being boiled. On the menu is turtle meat, turtle eggs, and things like that. I have to admit that I didn’t really do much to try anything. On the streets you can buy eggs cooked in soy sauce, the locals love it but the smell is a little off-putting. You can also get a wide range of things similar to our sis kebabs from stalls on the street, obviously only if you’re brave enough… 🙂 One of the things that I really liked were the little chocolate and vanilla bubble-shaped waffles that they sell in little stores. These are plain and sauce-less and they give them in paper bags. You eat them by breaking apart the bubbles. Speaking of which you should absolutely try bubble tea. These are fruity milky drinks with tapioca jelly balls that are black starch bubbles in your drink. It’s fun to eat the balls while you’re drinking the drink! Also dried fish, shrimp and potato chips made out of seaweed are really popular. There are lots of oven-cooked foods sold in the metro stations, with smells that really whet the appetite though I’d suggest you eat the sweet ones. Of the savory ones I’d say you should only eat the cheese-filled ones if you find them. They don’t really like salty foods much, the doughs are always sweet and I had a terrible savory croissant-like thing where the breaded bit was sweet and they’d put tuna and garlic inside of it. You can probably imagine the taste. 🙂 On Nathan Road inside of one of the passages there’s Jenny Bakery, which has a long line outside of it every single day. We never understood why people were so excited about the cookies there because we didn’t want to lose time waiting in line so despite our curiosity we never tried them. 🙂
Bu bölgede çok fazla turist var, bu yüzden alışveriş, otel ve eğlence mekanları ağırlıklı; tipik Çin’e dair çok bir şey aramayın, yerel yaşama dair fazla bir şey göremezsiniz.
Kowloon’un iç mahallelerinde yaşam biraz daha yerel, sokaklar arasında küçük tapınaklar, Çin’e dair objelerin satıldığı minik dükkanlar, yerel manavlar, marketler yer alıyor. Burada da sahil kısmında büyük oteller var tabii, ama ben daha yerel olan iç kısımlarında gezmenizi, tütsü kokan sokaklarda buraya özgü insanların gerçek yaşamlarını görmenizi tavsiye ederim.

Manavlardan tropikal meyvelerden alıp gezerken yiyebilirsiniz. Benim Uzakdoğu’da en sevdiğim meyve Pitaya (Dragon Fruit) dedikleri ejderha meyvesi, özellikle içi kırmızı olanı mutlaka deneyin. Ayrıca adları Lychee ve Mangostine olarak geçen meyveleri de mutlaka tatmanızı tavsiye ederim. Yine sokak aralarında gezerken közde kestane ve tatlı patates satan seyyar satıcıları görürseniz, közlenmiş tatlı patateslerin tadına mutlaka bakın. Şeker gibi çok lezzetli, tadına doyamayacaksınız. Bu bölgede atlamamanız gereken yerlerden biri de gemi şeklinde tasarlanan alışveriş merkezi “Whampoa”.
Mistik bir yer görmek isteyenler için de şiddetle tavsiye edebileceğim mekan, metro ile çok kolay ulaşılabilen ‘’Ten Thousand Buddas Monastery’’. Burası Sha Tin bölgesinde, metro ile Sha Tin istasyonunda iniyorsunuz ve sonra okları takip ederek biraz tepelere tırmanmanız gerekiyor. Adından anlaşılacağı üzere yolun her 2 yanına dizilmiş tam 10.000 farklı Buda heykelinin arasından geçip (hatta tam sayılarının 12.500 olduğu söyleniyor) tepeye ulaştığınızda sizi görkemli bir Budist manastırı ve muhteşem bir Hong Kong manzarası bekliyor. Buradaki restoranda öğle yemeğinizi yiyebilirsiniz. Dönüşünüzde tepenin diğer tarafından yine Buda heykelleri arasından hafif tütsü ile karışmış dağ kokusunu çekerek aşağı iniyorsunuz. Bizim için enteresan ve keyifli bir gezi olmuştu.
Hong Kong’un karşı yakasında yer alan Central ve Wan Chai bölgeleri İngiliz sömürge döneminde İngilizlerin yerleşim bölgesiyken sonrasında iş merkezleri yoğunlaşmış. Bu bölgeler dünyaca meşhur pek çok mimarın yapıtları ve gökdelenler ile dolu. Bunlardan özellikle Hong Kong’un bugünkü siluetini oluşturan yapılar olan Bank of China Tower, HSBC Tower, Central Plaza, International Commerce Centre ve Convention & Exhibition Centre görülmeye değer.
Tsim Sha Tsui’den feribot ile Wan Chai ve Central bölgelerine kolayca ulaşabilirsiniz.
Central denen bölgede dünyanın en yüksek binaları arasına giren International Commerce Centre, Bank Of China, Central Plaza, Lippo Towes, Nina Tower, HSBC Tower gibi dev gökdelenler arasında gezmek ilginç olabilir. Birbirleri ile o kadar dip dibeler ki ancak uzaktan detaylarını seçebiliyorsunuz. HSBC Tower’in özelliği, monte edilebilir olması; yani başka bir yere sökülüp yeniden inşa edilebilir bir yapı. Bu gökdelenlerin altlarında genellikle alışveriş merkezleri bulunuyor. Gökdelenleri geçip arka sokaklara doğru ilerlerseniz, sokak aralarındaki küçük pazarlarda yerel satıcıları görebilirsiniz.
Tepelere doğru çıkarsanız, hala birçok İngiliz’in yaşamakta olduğu Mid Levels denilen yerleşim merkezlerine ulaşabilirsiniz. Gökdelenlerin sırasından tepedeki Mid Levels bölgesine kadar dünyanın en uzun yürüyen merdiveni olan “Mid Levels Escalator” ile çıkabilirsiniz. Bu arada Soho’yu da gezmeden geçmeyin. Burada da genellikle İngilizlerden kalma – hatta hala buraya yerleşen İngilizlerin işlettiği- antikacılar, mağazalar, kafeler, pub’lar mevcut; oldukça hareketli bir bölge…
Buraya gelmişken Victoria Peak’e çıkmayı sakın ihmal etmeyin. Tepeye çıkmak için 1800’lerden kalma “Peak Tram” denilen tarihi bir tren kullanılıyor, mutlaka görmelisiniz, gerçekten dik bir tepeye halen rahatlıkla çıkabiliyor. Tepeye varınca aşağıda Hong Kong manzarası gerçekten muazzam, kartpostallarda gördüğünüz manzara işte burası. Victoria Peak’e çıkmak için mutlaka havanın açık olduğu bir gün seçmelisiniz.

Central’den Wan Chai’ye yürüyerek geçebilirsiniz, ancak binaların büyüklüğü sizi şaşırtır, çok yakın gibi görünmesine rağmen bayağı yorulabilirsiniz. Bence en güzeli İngilizlerin döneminden kalma eski tip tramvaylara binin. Central’in bir ucundan Wan Chai’nin ucuna gidip gelen bu tramvaylar hem ucuz hem de ana cadde üzerinden çok sık geçiyorlar.
Wan Chai denilen bölgenin en önemli yapısı sahilde yer alan değişik mimarisiyle dikkati çeken Convention & Exhibition Centre ve hemen önünde yer alan altın renkli Atatürk çiçeği figürlü Golden Bauhinia Heykeli. Bu heykel 1997’de Hong Kong Çin’e bağlandığında, Çin tarafından hediye edilmiş. Bütün turistler bu heykelle fotoğraf çekiliyor, oldukça popüler bir simge haline gelmiş. Wan Chai’de de bol bol gökdelenler, alışveriş merkezleri mevcut. Gökdelenlerin arka taraflarında kalan sokak aralarında yine yerel pazarlar var, vaktiniz varsa dilediğiniz kadar sokak sokak gezip alışveriş yapabilirsiniz.
Lantau Island yani Lantau Adası’na feribot ya da metro ile ulaşabilirsiniz. Ada, Big Buddha heykeli ile meşhur. “Büyü Buda” heykelinin olduğu tepeye çıkmak için ayrıca otobüsler ve teleferik var. Teleferik otobüslerden biraz daha pahalı… Feribot ile giderseniz tepeye çıkmadan Ngong Ping adlı balıkçı kasabasını da mutlaka gezin. Big Buddha’nın gerçekten de tepede bayağı haşmetli bir görüntüsü var. Önce Budist manastırının olduğu meydana varıyorsunuz, tütsü kokuları içinde oraları gezdikten sonra uzun merdivenleri tırmanarak heykele ulaşıyorsunuz. Yukarıda ayrıca harika bir doğa manzarası sizi bekliyor. İndiğinizde manastır köyünü de gezmeyi ihmal etmeyin.
Ekstra Olarak;
Buraya özgü eski balıkçı köylerini de gezmenizi tavsiye ederim. Bunlardan metro ile ulaşabileceğiniz Yau Tong veya Aberdeen’deki eski balıkçı köylerinde gezebilir, salaş balık restoranlarında çeşit çeşit taze deniz ürününün tadına bakabilirsiniz.
Hong Kong’a çocuklarınız ile geldiyseniz ya da eğlence arıyorsanız, burada hem büyüklere hem küçüklere göre pek çok eğlence parkı mevcut. Bunlar arasında en önemlileri Lantau Adası’ndaki Disneyland ve ondan daha önce Hong Kong adasında yapılmış temalı bir park olan Ocean Park. Ben özellikle Ocean Park’ı çok sevdim; yunus şovları izleyebilir, köpekbalıklarının yer aldığı akvaryumu gezebilir, Çin pandalarını görebilirsiniz. Bunların dışında The Teddy Bear Kingdom ve Snoopy’s World de alternatif olarak görülebilecek eğlence yerleri arasında.
Son söz: Hong Kong hem Uzakdoğu’nun mistik havasını yaşamak, hem de modern dünyadan kopmadan bir tatil yapmak için tercih edebileceğiniz güzel bir durak olacaktır. 🙂