Eğer havayoluyla gidilmiyorsa, Viyana seyahati için mutlaka tren tercih edilmeli. Avusturya’nın doğasını sindirerek gitmek gerekir şehre. Uçsuz bucaksız yemyeşil düzlüklerin ortasında yer alan rüzgar türbinleri tarlalarını seyrederek hayat dolu Viyana’ya ulaşılmalı.
Bir yeri tanımak ve öğrenmek için orayı yürüyerek dolaşmak gerektiğine inanmışımdır hep. Yerüstünden giden otobüs veya tramvaylar eşliğinde sadece manzaranın akıp gitmesini görebiliriz, hissedemeyiz. Yeraltındaki tünellerden giden metrolar ise bir yeri gezmek için seçenekler arasında bile sayılmamalıdır. Viyana gibi her yerinden sanat ve tarih fışkıran bir şehri gezmek için yürümek, kaçınılmaz bir tercih olmalıdır.
Şehrin her yeri başlı başına bir müze olsa da, yine de öncelikle görülmesi gereken gerçek müzeler de vardır. MuseumsQuartier müze severlerin bayılacağı ve eminim ki kendini kaybedeceği bir yer. Bünyesinde sanatın her çeşidiyle ilgili bir şeyler bulabileceğiniz 11 farklı bina/enstitü/müze mevcut. Ayrıca bahçesinde oturup dinlenmek, bir şeyler içmek için güzel kafeler de var.

MuseumsQuartier’in bahçesinde ying-yang misali karşılıklı yerleştirilmiş iki enfes müze var görülmesi gereken. Siyah, pürüzsüz yüzeye sahip kütlesiyle Mumok, Orta Avrupa’nın en büyük modern sanatlar müzesi. Tam karşısında ise bembeyaz geniş bir sanat koleksiyonuna sahip Leopold Müzesi yer almaktadır. Her ikisi de, belki de bir gün boyunca gezilebilecek eserleri, duvarları arasında saklamaktadır.
Şehir tam bir açık hava müzesi. MuseumsQuartier’den ayrıldıktan sonra artık şehri gezerken sadece önünüze, sağınıza-solunuza değil kafamızı biraz yukarılara kaldırmamız da gerekiyor; binaların üzerindeki kimin zaman zarif, kimi zaman heybetli heykelleri gözden kaçırmamak için.
Dedik ya, Viyana öyle tek bir yazıyla anlatılabilecek bir şehir değil. O yüzden ben de yazıyla değil de fotoğraflarla anlatmak istiyorum kendi Viyanam’ı sizlere. Ve birçok yerde üzerinde durulmayan iki farklı yüzünden bahsedip sonlandırmak istiyorum…
Sadece özel yapılar değil etkileyici duruşa sahip olanlar. Gündelik binalar dahi şehrin ruhundan bir şeyler barındırıyor. “Böyle güzel, geçmişi olan binalarda yaşamak kim bilir nasıl hissettiriyordur insana” diye düşünüp merak etmeden geçemiyorsunuz sokakları gezerken.
Theophil Edvard Hansen tarafından tasarlanan ve şehrin tam göbeğinde sayılabilecek Avusturya Parlamento Binası.
Rathaus, Viyana’nın belediye binası diyebileceğimiz yapısı. Evet, dünyada bir yerlerde böyle belediye binaları da bulunuyor, doğru!
Graben Caddesi, Viyana’nın en ünlü/lüks caddesi. Cadde boyunca sıralanmış, özene bezene tasarlanıp duvar ustalarınca işlenmiş motiflere sahip binalar onlarca lüks markaya ev sahipliği yaparken, sokaklardaki sanatçılar da Viyana ruhunu tüm misafirlere aşılıyorlar.

Ring Caddesi üzerinde yer alan Votiv Kilisesi. Votiv Kilisesi, eski hanedanlık için İmparator I. Franz Joseph’e Macar Janos Libenyi tarafından yapılmış saldırıdan kurtulduğu için Tanrı’ya şükran amacıyla yapılmış, bu nedenle de ünlü Stephan Katedrali’nden daha önemliymiş.
Kilise dünyadaki sayılı yeni gotik stilde yapılmış nadir kiliselerdenmiş. Benim tek söyleyebileceğim: “Evet gerçekten içerisi muazzamdı”.
Kilisenin komşusu kentin en meşhur üniversitesi: Viyana Teknik Üniversitesi
Viyana’nın sembollerinden biri haline gelmiş olan Stephansdom, tüm heybetiyle Graben Caddesi’nin ortasında yükseliyor. Kilise, gece ayrı güzel gündüz ayrı güzel görünüyor. O yüzden mümkünse her iki zamanda da görülmesi gerekiyor. Gece grimtırak tonlarda etkileyici bir görüntüye sahip olan kilise gündüz sarımtırak tonlara bürünüyor. Stephensdom yani Aziz Stephan Katedrali 1365 yılında inşa edilmiş ve günümüzde Viyana’nın simgelerinden biri olarak ziyaretçi akınına uğruyor.
Şehrin bir diğer önemli ziyaret edilesi yeri ise Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’in (nam-ı diyar Sisi) yazlık evi olarak kullandığı Belvedere Sarayı. Devasa bir bahçeye, havuzlara ve hatta kendi içinde bir botanik bahçeye sahip olan saray mutlaka görülmeli.
Belvedere Sarayı’na kadar gelmişken hemen yürüme mesafesinde bulunan Heeresgeschichtliches Museum’a da mutlaka uğramak gerekiyor. Türkçede Arsenal Müzesi olarak adlandırılan müze 16. ve 20. yüzyıl ile ilgili savaş araç ve gereçlerini koleksiyonlarında barındırıyor. Aynı zamanda müze, Avrupa’daki en büyük Osmanlı savaş malzemesi koleksiyonuna da sahipmiş.
Ve parklar…
Stadtpark Viyana’nın en büyük parklarından biri. İçinde sadece irili ufaklı gölcükleri, yürüyüş/koşu yollarını, yatıp dinlemek için çimenleri değil aynı zamanda Johann Strauss’un güzel bir heykelini de görebilirsiniz.
Hochstrahlbrunnen bünyesinde Sovyet Heykeli barındıran, şehrin en önemli parklarından/meydanlarından birisi. Park, 1873 yılında Styrian Alpleri’nden Viyana’ya kadar uzanan ilk su kanallarının inşasının tamamlanmasına ithafen yapılmış.

Prater Park ise yaklaşık 65 metre yüksekliğe sahip Wiener Riesenrad’a ev sahipliği yapıyor. Viyana’nın en çok turist çeken bu dönme dolabından, özellikle en tepedeyken enfes bir Viyana manzarası görebilmek mümkün.
Ve sanat…
Graben Caddesi ile Kohlmarkt’ın kesişiminde, her akşam/gece klasik müzik dinletisi yapılıyor. Canlı canlı, o sokaklarda klasik müzik sizi şehrin geçmişine götürüyor.
Kulağınızın ilk pasını sildikten sonra ise soluğu tarihi Opera Binası’nda alıyorsunuz. Binanın dışına kurulmuş olan ekranın karşısında kendinize bir yer bularak içerideki oyunu canlı olarak açık havada Viyanalılarla birlikte seyredebiliyorsunuz. Sanat dolu bir geceden sonra mutlu bir şekilde başınızı yastığa koyup Viyana’da olduğunuz için kendinizi şanslı sayabilirsiniz.
Şehirleri yürüyerek gezmeyi sevdiğimi söyledim Ancak Viyana’da iki farklı/güzel alternatif daha var. Biri şehri boydan boya geçen Ring Tram isimli tramvay, diğeri ise şehirde oldukça yaygın olan bisiklet! Her ikisi de farklı bir tat bırakıyor damakta. Her ikisi de Viyana’nın farklı bir yüzünü görmenizi sağlıyor.
Ve son olarak; Avusturyalılar çok dertli olduğu bir konu: Burada kanguru yok, burası Avustralya değil! 🙂
Aaa, unutmadan…
Aç karnına gezilmez ki? Eis Greissler Viyana’nın en meşhur dondurmacısı (imiş). Zaten önündeki kuyruktan da anlayacaksınız. Viyana’nın en meşhur yemeği olan Viyana Şnitzel’den sonra, tatlı niyetine de dondurmanızı yemeden Viyana’dan sakın ayrılmayın!