1. Key West

“Florida Keys” adı verilen adacıkları birbirine bağlayan, uzunlukları bazen 10 kilometreye yaklaşan 40’tan fazla köprünün üzerinden ulaşabileceğiniz Key West, Amerika Birleşik Devletleri’nin en güney ucu. Küçük, sakin ve henüz popülerleşmemiş olduğundan Miami kadar hareketli ve cıvıl cıvıl değil. Ayrıca, açıkçası Miami’ye biraz uzak (265 kilometre). Hatta şöyle söyleyeyim, kendisine 140 kilometre uzaklıktaki Küba’ya bile daha yakın Key West. Ancak masmavi suyun üzerinden ulaşacağınız adacıklara giden yol o kadar harika manzaraları önünüze sunuyor ki, uzun yolculuğa kesinlikle değiyor. Güney sınırına varmadan önce Florida Keys’in diğer adalarına da (mesela Islamorada’ya) uğrayabilir, açsanız rengarenk boyanmış ahşap kulübelerde bir şeyler atıştırabilir, susuzluğunuzu giderebilirsiniz.
Sokaklarında horozlara ve peşlerindeki civcivlerle umursamazca dolanan tavuklara rastlayacağınız Key West’te ise; ünlü yazar Ernest Hemingway’in müze haline getirilmiş evini ziyaret edebilir (60’a yakın kedinin bulunduğu evde belirli saatlerde turlar da düzenleniyor), Key West Deniz Feneri’ne çıkarak şahane bir manzaraya vakıf olabilir, sahillerden birinde güneşlenip denize girebilir, üzerinde “90 Miles to Cuba” yazan “Southernmost Point” adlı renkli dubayla hatıra fotoğrafı çekilebilir, gece Duval Street’te eğlenebilirsiniz. Hatta vaktiniz olursa paraşütle adaya tepeden bakabilir yahut şnorkel turlarına bile katılabilirsiniz ki, resiflerin büyüleyici olduğu söyleniyor.
2. Bayside Marketplace

Şehir merkezinde yer alan marinaya gidip tekne turlarına katılabilir, şehir merkezini, sahili ve Biscayne Bay’i uzaktan görebilirsiniz. Dilerseniz tekne turundan döndükten sonra yakınlardaki Biscayne Park’ta yürüyüş yapabilir, Forrest Gump’ın çekildiği Bubba Gump’a, Hard Rock Cafe’ye veya Hooters’e gidip bir şeyler atıştırabilir, alışveriş yapabilir, vakit akşam vaktiyse canlı Latin müziği eşliğinde kokteyllerinizi yudumlayabilirsiniz. Ayrıca Miami Heat’in maçlarının oynandığı American Airlines Arena da buraya epey yakın: Şansınız varsa takımın maçlarından birini canlı izleyebilirsiniz. Önerim gitmeden önce etkinliklere bir göz atmanız, zira arenada maç yoksa bile Adele, Ellie Goulding, Foo Fighters, Madonna, Pearl Jam gibi ünlü isimlerin konserlerine ve türlü etkinliklere rastlamanız mümkün.
3. Little Havana

Downtown Miami’ye, özellikle Little Havana’ya mutlaka gidin. Birçok Küba göçmeninin yaşadığı ve “La Pequeña Habana” diye de anılan bölgede, çokça kilise ve parkın yanı sıra (örneğin domino oynayabileceğiniz Maximo Gomez Park) “Calle Ocho”da bulunan ve göçmenlerin uğrak yerleri olan kafe-barlarda takılıp Küba kahvesinin tadına bakabilir, puro dükkanlarından orijinal Küba purosu satın alabilir, “Versailles” isimli restoranda Küba lezzetlerini deneyebilirsiniz. Şimdiden afiyet olsun, ya da yerlilerin deyimiyle “Buen Provecho!”
4. South Beach

Miami’ye kadar gelip şahane plaj “South Beach”e uğramadan olur mu, tabii ki olmaz. Kış mevsiminde dahi girilebilen berrak bir deniz, alabildiğine uzanan, bembeyaz bir kumsal, palmiye ağaçları, voleybol oynayan insanlar ve cankurtaranların renkli gözetleme kulübeleriyle South Beach (ya da Miami yerlilerinin andığı ismiyle “SoBe”), dört mevsim canlı ve hareketli. Ancak şezlong ve şemsiye kiralamaya kalkarsanız biraz fazla para ödemek zorunda kalıyorsunuz; güneş de kış aylarında dahi sizi ıstakoza çevirebiliyor, o nedenle hazırlıklı gidin, derim. Bir de park yeri bulabilmek biraz sıkıntılı, o nedenle dönüp dönüp ekstra para vermek yerine arabanızı bıraktığınız yerdeki parkmetreye ta en baştan topluca bir ödeme yapın veya daha güzeli sahile bisiklet kiralayıp gidin – nasılsa şehirde bisikletle ulaşım ucuz, ziyadesiyle rahat ve pratik.
5. Ocean Drive

Miami’de geçirdiğiniz harika bir günü daha da eğlenerek mi sonlandırmak istiyorsunuz? O halde sizi “Ocean Drive”a alalım. Miami’nin en ünlü caddesi, aynı zamanda South Beach’i paraleline alan ışıl ışıl, eğlencenin hiç eksik olmadığı, ayrılmak zorunda kaldığınızda Duke Dumont’un şarkısında söz edildiği gibi zamanı geri almak isteyeceğiniz bir yer. Cadde boyunca park edilmiş mükemmel otomobil ve motosikletlerden gözünüzü alabilirseniz, caddenin sol tarafı boyunca dizilmiş otelleri, restoran, kafe ve barları görebilir, kocaman bardak ve kadehlerde ikram edilen lezzetli kokteyllerle serinleyebilir, Latin dans barlarından birinde dans edebilirsiniz. Karnınız acıktıysa “Española Way” adlı renkli dar sokaktaki Meksika restoranlarından birine kurulup yemek yiyebilir, şarap eşliğinde “tapas” adlı atıştırmalıkların tadına bakabilirsiniz. Miami’den ayrılmadan önce kalıcı ve sıra dışı bir hatıra edinmek isterseniz, birçok ünlü dövme stüdyosu da bu civarda bulunuyor, bilginize.
Miami’ye gitmeden önce:
Dinleyin
Will Smith’in 1990’lı yıllarda epey meşhur olmuş şarkısı “Miami”yi dinleyerek nostaljik bir mutluluğa vakıf olun. Daha modern bir dokunuş tercihimdir, derseniz Foals’un aynı adlı şarkısı ve az önce sözünü ettiğim Duke Dumont eseri “Ocean Drive” tavsiyemdir.
İzleyin
“Scarface”i zaten çoktan izlemiş/birçok kişiden duymuşsunuzdur, o nedenle başka bir şey önereyim; Miami’de geçen iki tane popüler dizi var: “Dexter” ve “Miami Vice”. Benim kişisel önerim bittabi “Dexter”; Michael C. Hall’un Miami’de yaşayan sosyopat katil Dexter Morgan’ı başarıyla canlandırdığı uzun soluklu dizinin özellikle ilk 5 sezonu gerilim ve heyecan dolu bir seyir vadediyor.
Okuyun
Amerikalı popüler yazar Tom Wolfe’un 2012 yılında yayınlanan romanı “Back to Blood”, kendisinin yazdığı dördüncü kitap. Bir göz atın, ilginizi çekecektir.